15 Ocak 2022 Cumartesi

Şems-i Tebrizi'nin 40 Kuralı

 

( Ruhu Gezginlerin Kırk Kuralı ) 


- Birinci Kural:


Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar.

Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla...Yok eğer Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.


- İkinci Kural:


Hak Yolu'nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. 

Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. 

Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!


- Üçüncü Kural:


Kuran dört seviyede okunabilir.

İlk seviye zahiri manadır. 

Sonraki batıni mana.

Üçüncü batıninin batınisidir. 

Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.


- Dördüncü Kural:


Kainattaki her zerrede Allah' ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescidde, kilisede, havrada değil, her yerdedir.

Allah' ı görüp yaşayan olmadığı gibi, O' nu görüp ölen de yoktur. Kim O' nu bulursa sonsuza dek O' nda kalır.


- Beşinci Kural:


Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.

Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. 

"Aman sakın kendini" diye tembihler. 

Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: " Bırak kendini, ko gitsin! "

Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. 

Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!


- Altıncı Kural:


Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. 

Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. 

Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşk dilsiz olur.


- Yedinci Kural:


Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat' i keşfedemezsin. 

Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.


- Sekizinci Kural:


Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma. 

Bütün kapılar kapansa bile, O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. 

Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.

Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.

Dileğin gerçekleşmediğinde de şükret.


- Dokuzuncu Kural:


Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.

Sabır nedir?

Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.

Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder.

Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.


- Onuncu Kural:


Ne yöne gidersen git, -doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün!

Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.


- Onbirinci Kural:


Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz.

Senden yepyeni taptaze bir "sen" zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.


- Onikinci Kural:


Aşk bir seferdir. 

Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir.

Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.


- Onüçüncü Kural:


Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı hoca şeyh şıh var.

Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir.

Tutup da ona hayran olmaya değil.


- Ondördüncü Kural:


Hakk' ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol.

Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.

"Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme.

Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?


- Onbeşinci Kural:


Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. 

Tek tek herbirimiz tamamlanmış bir sanat eseriyiz.

Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır.

Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.


- Onaltıncı Kural:


Kusursuzdur ya Allah, O'nu sevmek kolaydır.

Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir.

Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir.

Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan'dan ötürü yaradılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne de layıkıyla sevebilirsin.


- Onyedinci Kural:


Esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur.

Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır.

Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.


- Onsekizinci Kural:


Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir.

Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir.

Şeytanı kendinde ara ; dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir.

Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan'ı tanır.


- Ondokuzuncu Kural:


Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları.

Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir.

Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin.

Yakında gül yollayacak demektir.


- Yirminci Kural:


Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.

Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.


- Yirmibirinci Kural:


Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık.

Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.

Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk' ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.


- Yirmiikinci Kural:


Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur.

Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur.

Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.


- Yirmiüçüncü Kural:


Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret.

Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki, ağlar perişan olur onun için.

Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar.

Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.

Aşırılıktan uzak dur. 


- Yirmidördüncü Kural:


Mademki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi,

atttığı her adımda Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir.

İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile gene başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.


- Yirmibeşinci Kural:


Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama.

İkisi de şu an burada mevcut. 

Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında.

Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.


- Yirmialtıncı Kural:


Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes gözünmez iplerle birbirine bağlıdır.

Sakın kimsenin ahını alma, bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma.

Unutma ki dünyanın öteki ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir.

Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.


- Yirmiyedinci Kural:


Şu dünya bir dağ gibidir. Ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir.

Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır.

Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.

Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et.

Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak.

Senin gönlün değişirse dünya değişir.


- Yirmisekizinci Kural:


Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret.

Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi.

Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz.


- Yirmidokuzuncu Kural:


Kader hayatmızın önceden çizilmiş olması demek değildir.

Bu sebepten "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir.

Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir.

Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.

Öyleyse ne hayatına hakimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin.


- Otuzuncu Kural:


Başkaları tarafından kınansan, ayıplansan, dedikodun yapılsa hatta iftiraya uğrasan bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kötü laf etme. Kusur görme. Kusur ört.


- Otuzbirinci Kural:


Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı.

Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir.

Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık, kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...

Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız.

Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar, kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.


- Otuzikinci Kural:


Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı'ya saf bir aşkla bağlanabilesin.

Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma.

Bilhassa putlardan uzak dur dost.

Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma!

İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!


- Otuzüçüncü Kural:


Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun.

İnsanın çömlekten farkı olmamalı.

Nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiçlik bilincidir.


- Otuzdördüncü Kural:


Hakk'a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir.

Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır, emin bir beldede yaşar.


- Otuzbeşinci Kural:


Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz.

Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla.

İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım sıdım ilerler kişi.

Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.


- Otuz atıncı Kural:


Hileden, desiseden endişe etme.

Eğer birileri sana tuzak kuruyor zarar vermek istiyorsa, Tanrı da onlara tuzak kuruyordur.

Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sisitem karşılıklar esasına göre işler.

Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer.

O'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz, Sen sadece buna inan!


- Otuzyedinci Kural:


Tanrı kılı kırk yararak titizlilke çalışan bir saat ustasıdır.

O kadar dakiktir ki, sayesinde her şey zamanında olur.

Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç.

Her insan için biz aşık olma zamanı vardır, bir de ölmek zamanı.


- Otuzsekizinci Kural:


"Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazırmıyım?" diye sormak için hiç bir zaman geç değil.

Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.

Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.

Her an her nefeste yenilenmeli.

Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.


- Otuzdokuzuncu Kural:


Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar.

Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır.

Hem bütün hiç bir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır merkezinde...

Hem de bir günden bir güne hiç bir şey aynı olmaz.


- Kırkıncı Kural:


Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.

Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma!

Ayrımlar ayrımları doğurur.

AŞK'ın ise hiç bir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyadır aşk.

Ya tam ortasındasındır merkezinde ya da dışındasındır hasretinde






13 Ocak 2022 Perşembe

Söz Meclisten İçeri

 




Anlam veremiyorum bazı insan hâllerine  gerçekten .Aslında hiçbir sorun yokken neden mutlu olamaz ,neden zorla güler yüzü,neden illaki güçlü gözükmeye çalışır ve  sert görünür ya da tam tersi hep üzgün ,neden en küçük şeyi bile büyütür,illaki birine saracak bir yer arar ve herkesten ve her şeyden şikayet eder.Bu mazoşistlik bence.İnsan kendini durduk yere  mutlu etmemek için bu kadar çabalar mi yahu?Sanki bu tavırlarla hayata meydan okuyor ve güya karşısındakini cezalandırıyor..Halbuki dünya dönüyor sen ne dersen de ve sen  kendine düşmansın , kendini sevmiyorsun besbelli.
Yahu arkadaş şu hayatta bir şeyi kafana takacaksan da faydalı olacak bir şeye tak.Degiştiremeyecegin ya da senin irade sınırlarının dışına çıkan mevzulara neden kafa yorup can sıkıyorsun.Kimse senin için değişmez ,bu dünya senin hatırına dönmüyor,bu hayatın sana özel bir tasarımı da yok.Degistirmek istediğin bir şey varsa kendinden basla inan ki daha faydalı ,zaman kaybı değil en azından.Ne bileyim biraz yüzün gülsün,biraz sahip olduklarına bakıp mutlu olmayı dene.Mükemmel bir yaşam bekliyorsan algını değiştir ,beynine format at,yeniden yükle her şeyi istediğin neyse.Hangi taraftan bakıyorsan kıbleni değiştir mesela , yüzünü dön bir de diğer tarafa bak, belki manzara daha güzeldir.Hep aynı masada ,aynı pencereden, aynı gözlüklerle bakmayı bırak.Ayrica senin o aynı dediğin bile aynı değildir ,sana öyle geliyordur da neyse.Sorun ne şimdi ;kaldırımda duran ağacların hep aynı yerde durması mı, baktığın gökyüzünün bulutlu olması mı,yoldan geçen insanların telaşı ya da yanında oturan insanın varlığı ,yediğin yemeği , duyduğun şarkıyı  beğenmemek ya da yetiştirecek gereksiz bulduğun  işlerinin olması mı, Nedir senin derdin ?
Halbuki senin bilmediğin ne dertler  var, ne dertleri var insanların güzel kardeşim ama kimse senin gibi eften püften şikayet etmiyor,  canı sıkkın diye bir başkasının canını sıkmıyor,laf olsun diye de kimseye laf söylemiyor.Herkesin derdi ,işi başından aşkın zaten bir de siz sorun yaratmayın durduk yere.Bi salın şu hayatı, insanları ;sen bak işine değil mi ya ? Su akar yolunu bulur.Dünyayı sen mi değiştireceksin şu halinle. Mükemmel olmayı falan da düşünme çünkü öyle bir şey mümkün değil.İşini iyi yapmaksa maksadın sadece işini yap ,üstüne kanun kural ekleme haybeden.Üzerine vazife olmayan işlere de karışma.Herkes duracağı yeri bilir sen rahat ol.Hayat bu, malum, herkese yeri geldiğinde çizgiyi çeker.Sana mı kaldı had ,hudut çizmek,hayatı kalıba dökmek.Koltuguna otur vazifeni yap ya da evdeysen git film falan izle ,kitap falan oku,müzik dinle ,yemek yap,spor yap,biraz yürü ,beynine oksijen gitsin..Bırak kim ne yapmış ,ne yapmamıs ne yapmalıymış,ne nasıl olmalıymış.Herkesin kararı, ölçüsü,tarzı,takkesi kendine .Sen de al takkeni önüne de kendinle uğraş azıcık.Neydin ne oldun ,neredeydin nereye geldin,kaç arpa boyu yol gittin bunları düşün biraz.
Hayata kafa tutup durma,ne kadar veririrsen o kadar alırsın mevzu bu.Verdigin kadarını alamadıysan ne verdigine bak .Ama inan ki  şöyle inceden inceye bir düşünsen aldığın verdiginden fazladır.Eger ki hayatta yeterince toksan,bir ailen ve  sevdiklerin varsa  ,bir işe ve sapasağlam ,sağlıklı bir bedene sahipsen ,yediğin yemekten hâlâ tad alıyor ,sevdiğin bir müzigi duyuyor ,içtiğin kahvenin mis kokusunu duyabiliyorsan ,şu dünyayı her sabah apaydinlik görüyorsan o eksikliğini duyduğun ,şikayet ettigin  şeyler bunlarin yanında denizde bir kum tanesi bile değildir.Gercekten yukarıda saydığım şeylere doğuştan  sahip olmamış bir insan varsa belki de onun hakkıdır az da olsa şikayet etmek.Senin söyleyecek bir sözün var mı bu durumda ?
Kraldan çok kralcı olmanın amacı ne ? Sen kendi davana bak . Ağzına, yüzüne bir ayar ver.Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.Her duyduğuna inanıp canını sıkma,her gördüğüne aldanıp da hayata küsme,küstürme .
Şu dünya babamızın çiftliği değil ,hepimizin ortak  yaşam alanı.Hisseden kimine az ,kimine çok düşer; bu da düzenin bir parcasi. Öyle,bu dünyaya özgü mutlak bir eşitlik yok ama şaşmaz bir adaleti olduğu kesin.Bu adalet ne zaman, ne biçimde tezahür eder burası mutlak adalet sahibinin bileceği bir iş ,burası bizi aşar.Ama hakikat değişmez,gerçekler değişmez,mutlak doğru değişmez ;ilahi adalet bu bakımdan şaşmaz.Bu da benim naçizane fikrim.
Neyse konuyu çok uzatmadan öze dönersek; Bırakalım bu hayata tavır koyma, hak ettiğini bulamama , karşılanmayan beklentilerin faturasını başkasına kesme, mağdurum deyip sürekli haklı çıkma gayretini.Olaylara büyüteç tutup kendini de bizi de daraltmayın .Bunun bir üst modeli var çünkü ;acısıyla tatlısıyla barışık  insan.Kendi halinde  ,kendine bile zararsız ;Kendini kusurlarıyla seven,derdi olsa da yüzü gülen, güldüren,dili tatlı, çabası naif , fikri güzel,vicdanı hür,halinden emin,bulduğuna tatmin ,bir varlık olma hali var.Hepimize nasip olsun inşallah ...
O halde,
Ne halimiz varsa görelim,ne hâle ihtiyacımız varsa bilelim.İçimizi dışımızı iyice bir öğrenelim sonra konuşacak bir şey kalırsa konuşuruz.

Not: Bu belki de biziz belki bizden başkası yine de söz meclisten İçeri..;)

Bahar Baydan

11 Ocak 2022 Salı

Hüsn-ü hâl'den gelen sözler

 




Ne iyi niyetli cümlelerle dolu geleneğimiz.Her âna,her duruma,her olaya özel olarak seçilmiş bu sözlerle içli dışlı olmuş bir milletiz. Bu gelenek hem inancımızın  bir yansıması hem de ata kültürümüzün bir parçası ,Bu sözlerin çoğunu öyle olmasak ya da hissetmesek dahi sarf ediyoruz birbirimize.Bu da hayata ve bize iyi gelen  insancıl ve olumlayıcı bir bakış açısı sağlıyor çoğu zaman.

Mesela "geçmiş olsun "sağlık olsun","dostlar sağ olsun","gözün aydın " ,"Allah Kurtarsın","Allah kavuştursun"," Allah analı babalı büyütsün","hayırlı olsun","ellerine sağlık","ellerin dert gôrnesin ","gönüller bir olsun","yolun açık olsun","Allah tamamına erdirsin","Huyu güzel olsun","Allah iyilerle karşılaştırsın" ...vs böylesi daha nice söz var ata bağrından, ana dilinden kopup gelmiş vatan toprağında durmaksızın farklı yöre ağızları ile  söylenen.Hepsi gerektiğinde hepimiz için birer umut ve  teselli kaynağı olmuştur mutlaka.

Çünkü bizim has geleneğimiz, peygamber efendimizden ve hak dostu erenlerden aldığı edebi ve anlayışı taşımış bugünlere.Güzel düşünmenin ve güzel söylemenin erdemi ve hakikati üzere dile gelmiş zamanla halka aşina ve herkesçe makbul olmuştur.Neden olmasın ki hepsi kulağı hoş eden ve duyanı mest eden cümleler.

Söylenene değil sôyleyene de iyi geliyor ayrıca.Hayatın insan için zahmetli olduğu zamanlarda hem hayat hem de gönül yorgunluğunu atmak için teselli ve umut içeren hüsn-ü hâl'den birkaç güzel söz duymak ve söylemek kime iyi gelmez ki?

Bunlar laf olsun diye gelmemiş olsa da  kimi zaman hani adettendir diye ,gerektiği için ya da kültürel bir alışkanlık gereği ağızdan çıksa da bir amacı var.Bu da; dili, dimağı ve kulağı güzel,hoş ve latif olanla meşgul etmek ve daima iyiye meyletmektir. Çünkü ağızdan çıkan söz hayat bulur derler ,bu sebeple  o an ne düşünürsek düşünelim  sözün hası ,hassası, tatlı olanını sarf edelim ki hem  söylediğimiz kişide hem kendimizde vücut bulsun, hâl olsun nihayetinde.

Kötü sözün kime ne faydası olur ayrıca . Demezler mi "konuşacaksan hayır konuş ya da sus" diye.Aynen öyle varsa bir sözümüz istemesek dahi güzeline, hayırlısına talip olalım ve sarf edelim gerektiğinde değil mi ama?

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır denmişse boşa değildir.Bu yüzden lutfedeceğimiz bir kaç güzel kelam ve  iyi niyet içeren bu üslupta sôylemler nicesini bir sıkıntıdan çekip çıkarır ,nicesini bir zarardan alıkoyar nicesine ışık olur yol olur.Ona olmasa bize olur ,illaki olur :)

"Ne olur söylesen ağzına mı yapışır" der ya hani  büyüklerimiz (" Ne var yapsan eline mi yapışır "şeklinde kullanımı da var bu arada) eğer güzel sözse yapışsın yani benim bir şikayetim yok.:)

Haydi kalın sağlıcakla..Aaa bak bu sözü eklemeyi unutmuştum.;))


Bahar Baydan


8 Ocak 2022 Cumartesi

Gece vardiyesi ,yazmak hadisesi

 




Yazmayı sevdiğim doğru ve merak ediyorum neden bu yazmaya değer sözler, yazmaya hazır düşünceler gece peydah oluyor genelde.Acaba diyorum, bu ilham denen şey gece mi bastırır;bu yazarlar , şairler  hep gece olunca mı kaleme kağıda sarılır?Nedir bu gecenin gizemi,manası ve zihindeki üretkenliği.Yaratacılığın da bir saati olsa gerek ve sanırım insan günün telaşında motomot  iş ,güç çalışırken  sadece bedensel ihtiyaca hizmet edip yaratıcılığın gerektirdiği tinsel dinginliği yakalayamıyor.Ama mistik olarak da ruhun özgürleştiği ,hislerin seffaflaştığı o manevi yolculuklara hep gece vakti çıkılmıyor mu?Bunlar hep geceye özgü terennümler.
El ayak çekilir,ses seda kesilir,telaş biter ve beden ruha tekamül eder.Gün hesaba çekilir hafızalarda.Gecmis , gelecek ve bugün serilir önümüze ve ayıklanmaya başlar iğneden ipliğe.Karşımıza ne çıkarsa hesaptan, düşünce  başlar söylenmeye ve yürek kayda geçer.Bir mırıltı başlar önce ,inceden inceye bir sızı duyarız .Zaman durur bir anda,bir duygunun odağı oluruz.Sarar içimizi gecenin o karşı koyulmaz yalnızlığı.İlk tanış başlar yine kendimizle , başladığımız hikayenin içinde buluruz kendimizi.
Bir düşünce sarmalının içinde oradan oraya sıçrayarak o an ait olduğumuz duygunun merkezine düşer yolumuz.Bir adım atmaya gör,ilk sözcük ışıldar ve yerini bulur.Sonra bir daha ,bir daha.. Sözcükler birbirine ilişir , birbirine kavuşur,biri diğerine bir diğerini anımsatır.Bir ayin başlar sanki içimizde, her söz  kutsallığını ararcasına yarışır.Sonra birer birer hepsi yerlerini bulur;hangi satırda duracağını hangi anlama geleceğini,hangi duyguyu vereceğini bilir ,tıpkı bir bebeğe anne karnında şekil veren hücreler gibi.Sonra doğar ,dünyaya gelir ve adı konur, kulağına üflenir..Adı Aşk olsun,Ey Sevgili olsun,Lavinia olsun ..
Önce  görünür ufuktan usul usul..

"Sana gitme demeyeceğim"
ve sonrası ...
"Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal."
Özdemir Asaf 'ın da bu unutulmaz şiiri gece doğmuş olmalı ve "Lavinia" koymuş adını..:)
Yaradılış Ve ölümsüzlük bu olsa gerek..

Her şiir ,her beste,her şarkı yani her eser bir doğuştur, yaradılıştır kalpten.Duygunun rahmi kalptir,düşüncenin rahmi akıl .Duygu kalpten,düşünce akıldan,insan kadından doğar.Yaratma ve yaradılış bir kereye mahsus bir olgu değil sonsuz devam eden bir süreçtir böylelikle.
Yazmak böyle bir şey işte. Gecenin karanlığa kavuşması,insanı aydınlığın beklediği yerdir.İnsan kendi kendine kalır ,kimseye gösternesi gereken farklı bir yüzü olmadığını hissettiği an başlar gerçek yüzü konuşmaya.Hisleriyke harmanlanır,itirafın eşiğinde bekler..Ne inkardadır ne kabulde. Arada bir yerde dolaşır durur biri galip gelene kadar.Gece kabulü mümkün kılar ,çünkü o örten ve gizleyendir.Bu yüzden saklanmamıza lüzum kalmaz,döküveririz içimizi avuçlarımızdan.Yaz yazabildiğin kadar ruhun arıttığı o ilham kaynağından.
Gece vardiyesi başladığında kimi insan sahip olduğu özgürlüğün kollarına atılmayı bekler kendine ait bir tenhada  ve sözcüklere sarılarak yeniden başlar yazmak hadisesi.

Bahar Baydan

6 Ocak 2022 Perşembe

Yüzleşme

 





Herkesin hayatında geçmişinden gelen kendisinin bile bilmediği ya da bilincinin çok gerisine ittiği bir sırrı vardır.Çünkü insan bilir ki bu gerçek onun ya zaâfıdır ya da düşmanı olacaktır.Ve insan yüzleşemediği bu düşmanı ile koyun koyuna yaşar aslında.En kırılgan en hassas tarafını örtmek gayreti ile gizli bir düşmanlık besler görünürde çevresine.Ama özünde göğüs göğüse bir savaş verir kendiyle.Bunu bilmez,bilse de yadsır,kabul etmez ve karşısından çıkarır acısını geçmişinin ve eksikliğinin .Bu yüzden denir ya hani:Biri sana düşmanlık ettiyse,kırdıysa,üzdüyse derdi sen değilsin,kini sana değil aslinda sorunu  kendiyle diye, doğrudur.

İşte birçoğumuz böyleyiz,kılıcı kendimize çekemeyeceğimiz için başkasına çekip korkutarak bir nevi bu eksikliğimizi kapatmaya çalışıyoruz.Ahh canım insan !Neden görmüyorsun ki ne yana dönsen kendinle yüz yüzesin ve kaçacak yerin de yok.Ama beyin muhtesem bir kamuflaj yaratıyor hemen her tehlike sinyalinde.Amacı kişiyi kendinden bile korumak ve hayatta kalmasını sağlamak.O sebeple insanın kendine  çok acı veren travmatik durumlar yaşaması sonucu hafıza kaybı ortaya çıkması da bunun bir kanıtı bana göre.

Sinyal, uyarı,dikkat,harekete geç !!! 

Beyin: "Hemen koruma kalkanı oluşturmalıyım ve o anı silmeliyim ya da değiştirmeliyim yoksa yaşamı tehlikede "der.

Böylece insanı kendi yaratacağı kaosun içinden çıkarıp alır yaşadığını unutturarak.Çünkü kötüyü hatırlamak tabiri caizse filmi sürekli bir ileri bir geri sarmak ,plak takılmaya başlarsa temel  mekanizmayı da bozmaya başlar.Bu da beyinin hayatta kalma programını devreye sokmak amacı ile ortaya koyduğu hileli bir plan.Çok iyi bir hokkabazdır o .Senin adına gerekirse tüm gerçekleri saptırır ve olmasını istediğin gibi  yansıtır.Eger bu muhteşem makinenin denetimini eline almaz ise insan ,hayatı boyunca onun tarafından yönetilmeye mecbur kalır.

Ama akıl yani aslında üst akıl devreye girmeye başlarsa ,aradaki giriş çıkışları ,içeri sızdırılan virüsleri, denetimsizce kurulan bağları ve işleyişi çözerse hakimiyeti eline alır ve onu gerektiği gibi yöneterek kendine itaat etmesini sağlar.Böylece geçmiş , gelecek ve bugüne dair yaşanmış ya da yaşanacak ne varsa sistem içinde yerini alır ve her olasılığa karşı hazırlıklı olarak sağlıklı bir şekilde hayatta kalır.

Yaşadığımız dünya belki de bir simülasyon,gerçeğin çok farklı algılandığı bir sistem,çarpıtılmış ve bugünkü teknolojinin deyimi ile artırılmış bir gerçeklik..

Bazen hepimiz aslında hükmedemedigimiz ,robotlaştığımızı düşündüğümüz bir dünya içinde olduğumuz hissine kapılırız.Güya iradesi olan bir insan ,seçme özgürlüğü ve tercih hakkı olan bir varlık çoğu zaman nasıl olur da bu denli çaresiz ve savunmasız kalır  yaşamda.Çünkü sahip olduğumuz irade gerçek iradenin sadece küçük bir parçası ,o da, kendimizi sadece bir varlık olarak algilamamiza yarıyor."Ben varım " diyebilmeye..İşte bu "ben" olma duygusu insanı kendi dışında her şeyi bir tehlike olarak görmesine neden oluyor,hatta kimi zaman kendine bile.Oysa insan bütünün bir özetidir, gerçeğin kusursuz bir kopyasıdır ve çevresinde gördüğü her şeyin de bir parçasıdır.Ne kadar "ben" derse desin " biz" içinde sıkışmış bir detaydır.Bunu fark etmediği sürece de ne kendinin ne hayatın ne de dünyanın kontrolünü elinde tutamaz.Kontrolsüz bir güç ise telafisiz bir yıkım ortaya çıkarır.Önce kendimiz sonra çevremiz ve yaşadığımız evren bundan etkilenir.İnsanlığın çağlar boyu yaşadığı sıkıntılar, kayıplar,acılar hep kontrolünü kaybetmiş bir benlik algısının ürünü değil mi? 

Kendine hükmetme gücünü kaybetmiş insan, bu gücü başkalarına hükmederek telafi etmeye çalışır.Çünkü insanın kendi gücünü kendi üzerinde denemesi her zaman zor olmuştur.Gercek olana yani kendine  değil yapay olana duyduğu yakınlık ve ilgi hep daha cezbedici olmuştur ."Ben varım" diyebilmek için.

Bizim dışımızda olan şeyler, farklılıklar bizi  hariçte tutan bir aidiyet katıyor .Tek başına, münferit olma hali.Suyun halleri var halbuki yoksa buz da ,buhar da hepsinin özü su neticede .Yok ben buzum ,buharım, donarım, uçarım demenin ne anlamı var ? Halin buz evet ama Öz'ün su işte. 

Gerçeklerle yüzleşme vakti gelmedi mi hepimiz için? Kim olduğumuz,ne olduğumuz,bu dünyadaki amacımızın bize beynimizin empoze ettiğinden çok farklı olduğu  bir gerçek,bilim de bunu doğruluyor.Peki neden yüzümüzü kendimize çevirip de bakmıyoruz? Bütün bu olup bitenler nereden kaynaklanıyor ve ucu nereye varıyor ,ne için yaşıyoruz, hangi amaca hizmet ediyoruz? 

Geçmişimizde yaşanan kötü deneyimler olmasaydı ve duyularımızla yarattığımız zanları bir kenara bırakabilseydik nasıl olmayı seçerdik ve aslında tüm inkarımıza rağmen neye inanıyoruz,nasıl olması gerektiğini düşünüyoruz? 

Cesareti ve aklı olan herkes için cevap belli öyle değil mi...!?


Bahar Baydan...


Neden okumalıyız?

 Okumak üzerine konuştum bugün öğrencilerimle ,malum okumak konusunda eksiği çok olan bir toplumuz .Sevmiyoruz,sevdiremiyoruz okumayı nedense ,o eski 60 70 kuşağı gençler yok şimdilerde.Teknolojiden oldu diyoruz ama değil, belki teknolojinin biz insanları hazıra yönelttiği,görsel iletişim araçlarının kitap okumayı bir kenara ittiği söylenebilir ama bu teknoloji, okumak konusunda birçok nimeti de beraberinde getirdi.E- kitaplar,dijital kitap okuyucular,sesli kitaplar vs .Yani belki tembellestik ama okumak isteyen için mazeretin olmadığı bir dönemdeyiz ama halen bu konuda bilinçsiz ve isteksiziz.

Mesela  ben babam kadar iyi bir okuyucu olamadım ama ondan öğrendim okumanın ne büyük nimet olduğunu, insana neler kattığını,hayata nasıl baktırdığını,nasıl bir ufuk çizdiğini.Kitaplıklar yoktu evlerimizde o zamanlar -yani bizim semtin insanlarında çoğunlukla-onun yerine ,içine nerdeyse hiç  kullanılmayan envai çeşit züccaciye ürünün girdiği , şimdilerde ünite ,o zamanlar gümüşlük denen ama içi neredeyse hiç gümüş görmemiş koca koca  mobilyalar vardı.Evlerde dantel örtülerin kitaplardan daha çok yer kapladığı dönemlerdi.Eline bir kitap alıp okumuş ya da satın almış insan gördüğümü varsa da hiç hatırlamıyorum babam dışında.Bizim evde de kitaplar, bu gümüşlük denen mobilyanın kendini ait hissetmediği bir köşesinde dururlardı işte.Bir de babamın satın aldığı yeşil ciltli Resimli Bilgi Ansiklopedileri, Britanica ve annemin gazete kupürleri ile aldığı alfabetik Büyük Larousse ciltleri vardı.Çünkü  o zaman şimdiki gibi her semtte kitap satan bir dükkan bulmak mümkün değildi.Hatta dünya klasikleri bile gazetelerden toplanan kupürler ile evlerimize girdi.Kitap satın almak için ya şehir merkezlerindeki sahaflara gidilirdi ya da kütüphanelerden okuyup iade etmek şartı ile alabiliyorduk kitapları.Ben kütüphaneleri severdim en çok,oranın  havasını,eski ve yeni kitapların birbirine karışan kokusunu bugün bile duyumsarim.Sanki o havayı teneffüs etmek bile insana iyi geliyordu.Kültürlü ve bilgili biri gibi hissediyordum kendimi oradan her çıktığımda.:)

Evdeki ansiklopedileri de az karıştırmadım;bilimden, teknolojiye,hayvanlar aleminden,bitkiler alemine değin her şeyi önce oradan öğrendim diyebilirim.Okul kitaplarından hatta okuldan daha çok ilgimi çekiyordu her biri. Oradaki resimler dikkatimi çekerdi ,bazen sadece resimlere bakmak için açardim.Televizyonda tek bir kanal malum,şimdiki gibi ne bir belgesel ne benzeri bir yayın bulmak zor.Ôyle üniversite okumuş ya da okuyan, hatta lise bitirmiş insan bulmak bile zordu.Eger varsa da okul ve dersler konusunda ilk kapısını çaldığımız kişi onlar olurdu.Ne büyük ne ulvi görünürdü gözüme hepsi.Vay be derdim lise hatta  üniversite okumuş ,ne büyük adam olmuş.Gıpta ederdim,herkes onlar gibi olamaz ,onlar en bilgili en akıllısı bu mahallenin demek ki derdim.Hemen bir ödev mi yapılacak, annem " Gel , bi koşu Sevda ablana gidip soruverelim, o bilir " derdi .Anacığım kitap okumazdi ama bizimle uğraşırken liseyi diploma alamasa da bitirdi.

Ahh okumak, okumuş olmak  ne değerli ne anlamlı idi o zamanlar!Şimdi herkes okumuş güya ama gerçekten kaçımız okuduk ,kaçımız okumuş gibi yaptık.İnsan okuldan öğrendiğinden fazlasını kitaplardan öğreniyor ,çünkü okul hayatında  ne bildiğini ama kitapların içindeki  hayatlardan ne bilmediğini görüyor insan.Sen bir hayat yaşarsın ama okudukça onlarca hayatı bulursun,bir kişiyi seversin ama onlarca yüreğe dokunursun ve bir şey düşünürken birden onlarca fikre kapılırsın.Ne olduğunu ,ne olmadığını ve ne olmak istediğini anlarsın ,kısacası hayatı okursun ve sonunda sadece ve sadece kendini bulmak için okuduğuna varırsın.

Sadece kitap değil elbette;gazete ,dergi hatta saatli maarif takvimi..Okunacak ne var ise ; ülkeyi, dünyayı,toplumu, insanı anlamak adına ,kendimizi tanımak adına ne var ise açıp okunmalı..

Peki neden okumalıyız ?

Çünkü okumak; sayfalara göz gezdirmek , kelimeleri tekrarlayarak eskitmek ,rafları süslemek değildir.Her hikayede kendini görmek,sayfalar eksildikçe kendini çoğaltmak ,zihni giydirmek ve süslemektir.

Bu yüzden ;

Okuyalım, okutalım; bu konuda örnek olalım ve  onlara ;gençlere , çocuklarımıza,öğrencilerimize her zaman olduğu gibi bunun gereğini , önemini defaatle anlatalım. Çünkü daha iyicesi yoktur.Bizi biz yapacak olan ve hakiki insan mertebesine ve irfan  anlayışına  yükseltecek ve yüceltecek olan gerçek irade ve  hürriyet  budur.Cehaleti alan şey diploma değil cünkü , öğrendiğimiz her bilginin ve  okuduğumuz her satırın zihnimizde bir kapı açması ve tüm hücrelerimizde yer etmesiyle oluşan sonsuz bir hayat tecrübesidir.


Bahar Baydan .

Şiir - Görmek İster İnsan

 Görmek ister insan  Bir kavak gibi aşıp boyunu duvarların Yaprakları o ağacın  Değer birbirine bir rüzgar eliyle  Sonra duyulur o ilk yaz h...