Edebiyat
dersini seven öğrenci azdır genelde.Çünkü birçoğumuz buna ezber gerektiren bir
ders olarak bakar.Yüzlerce yazar ,onlarca eser yazmış ve
bunları bilmek zorunda olmak anlamsız ,boş ve sıkıcı gelir.Belki eğitim
sisteminin ya da bizlerin ders anlatım metodumuzun eksikliği ve
yetersizliğidir.Hak vermiyor değilim bu düşüncelere.Evet edebiyat dersleri daha
ilgi çekici ya da anlamlı hale getirilebilir.Bu konuda kendimi de eleştiriyorum
elbette.Biz öğretmenlerin istediği de bu değil ,biz de daha etkileyici daha
kalıcı bir öğretim sunmak isteriz ama gerek ders müfredatının yoğunluğu
,gerek ders saatinin yetersizliği ,gerekse ders dışı sorumluluklarının fazla
oluşu,yaşamsal kısıtlar vs pek çok şey iki taraflı olarak ortaya çıkan
değişkenler bu dersin hakkını vermeye , sahip olduğu değeri görmesine ve
sevilmesine engel teşkil edebiliyor.
Ama ne
olursa olun şunu bilin ki edebiyat sadece bir ders değil,bir kültür,bir dünya
görüşü,bir gönül işi ,bir yaratıcılık işidir.Öğrenilecek değil yaşanacak bir
ders tüm duyularla . Bize hayata,insanlara, nesnelere ve olaylara nasıl
bakmamız gerektiğini öğretir.Kendimizi dinlemeyi ,kelimelerle dokunmayı
öğretir. İçsel bir yolculuktur ve bu içsel yolculuğu yapmış olan kişilerle bağ
kurmaktır.Dilin zenginliğine, kelimelerin mana derinliğine,insanın yaşam
yolculuğuna şahit olmaktır.Bir şiir okumasak ya da bir kitabın kapağını açmasak
dahi hayatın aslında bir kitap sayfası ya da bir şiirin misrasi gibi önümüzde
durduğunu fark etmek gerek.Ama işte insan okuduğunda keşfediyor bunu.O zaman
anlıyor kitaplara, şiirlere, dizelere ve satırlara neden ihtiyaç duyduğunu.Çünkü
birileri bunu başarmış ,bizim yapamadığımızı yapmış yani söyleyemediğimizi
söylemiş, görmek istemediğimizi görmüş,duymak istemedigimizi duymuş.Ya da
tam tersi.
Bir şiir
çıkıyor karşımıza birgün ve diyoruz ki :Bu benim duygum,benim hayalim ya da
benim acım.Bir kitap okuyoruz rastgele diyoruz ki :Bu benim hayatım benim
düşüncelerim ya da olmak istediğim.Yani okuduğumuz o hikayeler ,o şiirler bizi
bize anlatır.İnsan insanın aynasıdır da ondan.
Onlar
bildiğimiz o sıradan kelimleri öyle bir hale sokar ki etkisinde
kalırız.Edebiyat budur işte,kelimeleri en şık kıyafetleri giydiren , duygulara ve düşüncelere boyut atlatan bir sanattır.Bambaşka bir alemin kapısını aralar
,bizi gerçekte olmadığına inandığımız şeylere inandırır.Hayata başka bir gözle
bakmayı öğretir,insanları anlamayı,duyguları tanımayı,sevmeyi ,saygı duymayı
öğretir.Düşündürür,sorgulatır, aratır hatta arındırır.Cünkü yazmak
hesaplaşmaktır,yüzlesmektir ve barışmaktır kendinle ,insanla,hayatla..
Paylaşmaktır acıyı , öfkeyi,sevinci ,hüznü , ayrılığı herkesle."Bak ben de
sen gibiyim" demektir karşındakine.
Şimdi bir de
buradan bakarsak edebiyata bir derstir evet ama hayat dersidir o.Kaybettigimiz
yolu bulduran bir fenedir aslında.Bize kim olduğumuzu hatırlatan bir ipucudur.
İnsanin
yüzyıllar alan yolculuğunda ona rehberlik etmiştir.Hayatın kulisidir,pencerenin
önündeki çiçek,yüzümüze vuran güneş,sırtımiza dokunan el,dudaginiza değen
buse,elimizi tutan eldir o.
Bir
düşünelim mi nasıldır !!!?
Acının bir
tarifi var mıdır? Evet :
Acılara
tutunmak/ Hasan Hüseyin Korkmazgil
Acı çekmek
özgürlükse
Özgürdük
ikimiz de
O, yuvasız
çalıkuşu
Bense
kafeste kanarya
O, dolaşmış
daldan dala
Savurmuş
yüreğini
Ben bölmüşüm
yüreğimi
Başkaldıran
dizelere
Kavuşmak
özgürlükse
özgürdük
ikimiz de
elleri
çığlık çığlık
yanyana iki
dünya
ikimiz iki
dağdan
iki hırçın
su gibi
akıp
gelmiştik
buluşmuştuk
bir kavşakta
unutmuştuk
ayrılığı
yok
saymıştık özlemeyi
şarkımıza
dalmıştık
mutluluk
mavi çocuk
oynardı
bahçemizde
aramakmış
oysa sevmek
özlemekmiş
oysa sevmek
bulup bulup
yitirmekmiş
düşsel bir
oyuncağı
yalanmış
hepsi yalan
sevmek diye
bir şey vardı
sevmek diye
bir şey yokmuş
Acı çektim
günlerce
Acı çektim
susarak
Şu kısacık
konutlukta
Deprem
kargaşasında
Yaşadım bir
kaç bin yıl
Acılara
tutunarak
Acı çekmek
özgürlükse
Özgürüz
ikimizde
acılardan
artakalan
işte o
bakışlarmış
kuğu diye
gözlerimde
gün batımı
bulutlarmış
yalanmış
hepsi yalan
savrulup
gitmek varmış
ayrı
yörüngelerde…
Sevginin tarifi var mı? Evet :
Ben sana mecburum/ Attila İlhan
Ben sana
mecburum bilemezsin
Adını mıh
gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe
büyüyor gözlerin
Ben sana
mecburum bilemezsin
İçimi
seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar
sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o
eski istanbul mudur
Karanlıkta
bulutlar parçalanıyor
Sokak
lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda
yağmur kokusu
Ben sana
mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi
zaman rezilce korkuludur
İnsan bir
akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak
ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman
ellerini kırar tutkusu
Bir kaç
hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı
çalsa kimi zaman
Arkasında
yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te
yoksul bir gramofon çalıyor
Eski
zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe
başında deliksiz dinlesem
Sana
kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar
ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne
tutsam nereye gitsem
Ben sana
mecburum sen yoksun.
Belki
haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni
bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep
sızıyor ıssız gözlerinden
Belki
yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün
ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün
kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar
saçlarını götürüyor
Ne vakit bir
yaşamak düşünsem
Bu kurtlar
sofrasında belki zor
Ayıpsız
fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir
yaşamak düşünsem
Sus deyip
adınla başlıyorum
İçim sıra
kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka
türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Umudun resmini çizebilir miyiz ? Evet :
Güneşli
Günler Göreceğiz/ Nazım Hikmet
Güzel günler
göreceğiz çocuklar
Güneşli
günler göreceğiz.
Motorları
maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı
maviliklere süreceğiz…
Açtık mıydı
hele bir son vitesi,
adedi devir,
motorun sesi.
Uuuuuuuy!
Çocuklar kim bilir
ne
harikûlâdedir
160
kilometre giderken öpüşmesi.
Hani şimdi
bize,
Cumaları,
pazarları çiçekli bahçeler vardır.
Yalnız
cumaları, yalnız pazarları…
Hani şimdi
biz,
Bir peri
masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı
caddelerde mağazaları.
Hani bunlar,
77 katlı
yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi
biz haykırırız
Cevap:
Açılır kara
kaplı kitap; Zindan.
Kayış kapar
kolumuzu
Kırılan
kemik, kan.
Hani şimdi
bizim soframıza
Haftada bir
et gelir
Ve
çocuklarımız işten eve
Sapsarı
iskelet gelir.
Hani şimdi
biz;
İnanın güzel
günler göreceğiz çocuklar
Güneşli
günler göreceğiz.
Motorları
maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı
maviliklere süreceğiz…
Peki Aşk nasıl anlatılır?
Bahar
Baydan/ Adı aşk
Bereketiyle
kutsanmış toprakların
Karanlığa
yüzünü dönmüş ayın
Hilal olmuş
yürekte dolunayın adıdır aşk
Mahrem
yüzümün gölgesi
Düşen
yaşlarımın meali
Dirinin
beklediği ölüm
Ölünün
beklediği cennetin adıdır aşk
Zamanı
hatırlatan saatte esir
Hu diyen
çağıran nefeste cebir
Toplananların
içindeki bir
Çıkanların
gömüldüğü kabirdir aşk
Toprağa
atılmış ekin gibi
Rahme düşmüş
cenin gibi
Sur u
üflendiğinde gelen
Adı
konulmamış âdemin adıdır aşk
Leyla’ya
susamış Mecnun’daki serabın
Şirin sanıp
Ferhat’ın aştığı dağın
Yunus’a
kendini unutturan sevdanın
Kışın karlar
altında beklenen baharın adıdır aşk
Selam ile
açılan kapılarda misafir
Yokluğu
mecbur kılan ilahi emir
Emanete
yükümlü olunan mehir
Emin olanın
emniyete uzanan elidir aşk
Hangimiz bu
duyguları yaşamıyoruz ki, hangimiz bu sözlere ihtiyaç duymuyoruz hayatımızın
bir yerinde. İstemeden zevk almadığımızı düşünerek girdiğimiz o derste
öğrendiğimiz bir dize, bir satır gelmiyor aklımıza istemsizce.
Demek ki
edebiyat bizim yapamadığımızı yapıyor ve dile getiriyor ortak duygularımızı ve
Karşımiza çıkıveriyor en ihtiyacımız olduğu yerde .Bu sebeple çok yüce bir
sanat , sırları aşikar eden ulvi bir dil,bir'i biz yapan bir anlayış
içeriyor.Yazar eser diyerek ezberinden korktuğumuz bu ders sandığımızın
ötesinde çok şey ifade ediyor.Ona başka bir gözle bakmayı denesek o kadar
dingin, özgür ve hafiflemiş hissedeceğiz ki kendimizi, sıkılmak bir yana sıkı
sıkı sarılacağız sanatın bu eşsiz dünyasına. Kaybolacaksak mana denizinde
kaybolalım değil mi ama ?
Bahar Baydan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder