20 Haziran 2020 Cumartesi

İZ BIRAKAN ÖGRETMEN



1982 henüz beş yaşında karşı konulmaz bir istekle, bin bir uğraşla okula başlayan bir kız çocuğu. Çantasının yükünü o güçsüz omuzlarında hissetmeyen, hevesle her gün metrelerce yol yürüyen, sırasına oturduğunda ayakları yere bile değmeyen ama ümidi, okuma sevgisi göğe uzanan o küçük çelimsiz kız. Bir kuş gibi uçuyorken yüreği, öğretmeninin elinde kalıyor kırık kanatları. Yitiyor ümidi kısa zamanda. Küsüyor, kırılıyor, inciniyor tüm hevesi. Değersiz hissediyor kendini. Tam salıverecekken kendini boşluğa, bir el uzanıyor bir dönem sonra. Adı “Nusret Sifil”.Aşağı yukarı elli yaşında, ışıl ışıldı gözleri o gözlüklerin ardında. Munis, müşfik bir baba gibi adeta. Tutuyor ellerinden bakıyor ki kırmızı kurdelesi yok elması da hiç kızarmamış, bundandır üzgün yaralı bir serçe gibi o kız çocuğu. Seviyor onu, sarıyor sarmalıyor yaralarını, inandırıyor, ümitlerini besliyor. Diyor ki anneye: “Üzülme! Kızın istediği her şeyi başaracak bir gün, gurur duyacaksın”.
Beş yıl ilmek ilmek işliyor ekiyor tüm güzel tohumları yüreğine bir gün o çiçeğin açacağını bilerek. Öğretmeni ise o son yıl sanki onun için gelmiş bir mucize gibi emekli olup küçük kızı mezun ediyor. Ayrılmak zorunda kalıyor o en sevdiği insandan. Sanki onu bir Nusret Öğretmen’i anlamış, bilmiş gibi ortaokul sıralarında yine kaybediyor tüm cesaretini. Liseye başlayacağı gün diyor ki annesi :”Nusret öğretmenin sana hep güvendi, ben de güveniyorum onun için kendin için başaracaksın haydi göreyim seni.”
Başarılı bir lise hayatı, ardı ardına gelen sonuncusu otuz yedi yasında biten üç fakülte eğitimi… Ama öğretmenine vefa borcunu ödemek, onu yaşatmak için öğretmenliği seçmiş kırk yaşındaki o küçük kız şimdi kanadı kırık kuşların yaralarını sarıp onlara uçmayı öğretmek için Anadolu’ da edebiyat öğretmeni.
Sana minnettrarım, mucizem canım öğretmenim. Şimdi hayatta olsaydın o mübarek ellerinden öpmek isterdim ..
"Hayatta en büyük mucize küçükken iyi bir öğretmene sahip olmaktır"


17 Haziran 2020 Çarşamba

Abartalım







Abartalım istiyorum sevgileri .Abartalım güzellikleri,güzel sözleri ne kaybederiz ki.Her güne yeniden doğmuş gibi bakıp gördüğümüz her şeyi heyecan içinde abartalım.Sahip olduğumuz şeyler için şükrü abartalım,yapacağımız iyilikleri ,vereceğimiz sadakaları,gülümsemeleri,hoşgörüyü abartalım.Yaşadığımız her anı kutsal sayıp sevinçleri abartalım.İşimizi gücümüze sımsıkı sarılıp "ne harika bir iş ,ne hoş bir uğraş bu " deyip abartalım.Basitlikten kurtarıp yüceltelim hayatımızı.Okumayı, anlamayı,öğrenmeyi, dinlemeyi abartalım..
Azaltmayalım bunları ama mesela öfkeleri azaltalım,kıskançlığı,hasetliği, şikayetleri azaltalım.Kusurları, yalanları, hataları ,kötülüğü azaltalım .Bunlar eksilir de biz eksilir miyiz?Hayır
O halde Kırmayı,kırılmayı,gururu  azalatalım.Boş konusmayalım;konuşacaksak hoş konuşalım,hayır konuşalım,ilim konuşalım.Gereksiz her şeyi azaltalım.

Kötüyü azalttıkça hafifleriz,iyiyi abarttıkça çoğalırız..


11 Haziran 2020 Perşembe

İNSAN NEDEN BENCİL BİR VARLIK ?



Taş uzaktan gelmez deniyor hani.Yani insan en büyük yanlışı, en büyük sıkıntıyı ya da zararı en yakınındaki insanlardan görüyor  nedense.Bunu üzerine söylenmiş o kadar çok özlü söz var ki.İnsan bu çelişkiye anlam veremiyor ama gerçekten doğru tespitler bunlar.Eminim hepimiz ucundan kıyısından yaşamışızdır bu durumu. Akrabadan,kardeşten, hatta anne babasından bile hayatında bir zarar görmüştür.Bunu şu şekilde açıklamak isterim. İnsan nasıl anne babasından zarar görür ki diyenler olabilir. Çünkü hele de anne baba bir çocuğun sığınacağı  güvenecegi  tek limandır. Ama inanın insanoğlu o kadar bencil bir varlık ki.Bu adı ,namı ne olursa olsun fark etmiyor.İnsan illaki o ilkel benliğinin etkisinde kalıyor kimi zaman istemese de.Çünkü her canlı varlığını korumak,devam ettirmek,özüne sahip çıkmak olan yaşamsal içgüdülerinin tesiri ile ister istemez bencil bir varlık haline gelebiliyor.Neler duyuyoruz medyadan ,gözlerimize ve kukaklarimiza inanmıyoruz.Nasıl olur diyoruz ? Ama oluyor işte ,ne dersek diyelim oluyor.Ki bu akılalmaz durumlar hep birbirine en yakın insanlar arasında yaşanıyor. Anne -çocuk, karı- koca,kardeşler, akrabalar vs.arasında meydana geliyor, bu insanlık dışı olaylar.Nasil oluyor demeyin sakın,Allah o durumlara düşürmesin bizleri diyelim.İşte bunlar hep bencillikten,hep doyumsuzluktan,sorumsuzluktan oluyor.Herkes birbirinin kuyusunu kazma,işini bozma,Ayağına taş koyma derdinde .Kardeş kardesin malını makamını kıskanır,karı koca birbiriyle aşık atar,ana baba çocukları  kendi istediği gibi olsun ister,onların  da bir birey olduğunu ; bir hayatı ya da ailesi  olduğunu düşünmeden hep kendilerinle ilgilensin ya da dediğini yapsın  ister, dost dersin ufacık bir yanlışında sırtını döner, akraba çıkarına uymuyorsa elini ayağıni keser.Böyle sürer gider.Keşke bu kadar olsa, görüyoruz ki bazen hırs insanin gözünü döndürüp birbirlerinin canına, malına kasteder hale getiriyor.Nedir alıp veremediğimiz ,herkese yetecek kadarı var şu dünyada .Ama yetmiyor ki,bölüşmek istemiyoruz ki,En güzeli, en iyisi, en fazlasi bizde olsun istiyoruz.Biri aç gezerken diğeri tabağını bitirmeden kalkıyorsa ,tok açın halini anlamaya çalışmıyorsa bunlar hep  insanoğlunun hırsı ve  bencilliginden değil mi?

Bakıyorum biz  anne babalara hep başkalarına nispet olsun diye  çocuk yapıyoruz sanki .En akıllı çocuk benim,en çalışkan çocuk benim ,en efendi çocuk benim,en vefalı, en saygılı....Biz bu dünyaya kendimize çıkar sağlamak veya çevremize reklam yapmak icin mi getiriyoruz onları.Kardeş kardeşinin malını, makamını, huzurunu,mutluluğunu kıskanır mi? Dost dediğin arkadan iş çevirir mi? Akraba dediğin görümlük mü? Bunlar var işte ve yaşanıyor ,belki yaşamıyoruz ama duyuyoruz,görüyoruz maalesefbiz
Cehaletten diyoruz ya hep ,nice okumuş insanlar yapıyor bunları.Demek ki okumakla etmekle olmuyor.Bu başka bir sey,bu insanın vicdan ve merhametten yoksun olmasıyla alakalı.Okumak insani daha iyi bir insan yapmıyor maalesef,o iyilik ,güzellik insanin özünde olmadıkça neye yarar.
İşte "okumak cehaleti alır eşeklik baki kalır" dedikleri bu değil midir ? Gitgide insani duygularımızdan uzaklaşmaya başladığımız bir dönemdeyiz.Belki hep vardı ama ortaya çıkarmaya müsaade etmezdi geleneğimiz, ahlak anlayışımız ,inancımız  bu tür duygu ve davranışları .Bir kıskançlığı varsa da utanç ve dışlanma  duygusuyla yapamazdı insanlar.Simdi bireysellestikk, özgürleştik,koptu bağlarımız .Tek başımıza yeter olduk,geniş aile anlayışının yerini çekirdek aile aldı.Herkes kendi çekirdeğini koruma derdinde.Kendi ağacını dikme, kendi romanını kurma derdinde .Kim zarar görür, kim incinir umrunda değil.Yeter ki o kaybetmesin.

"Bölüşürsek tok oluruz,bölünürsek yok oluruz." dememişler boşuna.Bölünüyoruz gitgide;çoğalmak,çoğaltmak varken azalıyoruz,azaltıyoruz.  Tüm iyi niyetletimizi üç kuruşa heba ediyoruz,benligimizin kölesi oluyoruz.Peki böyle olunca biz zarar görmüyor muyuz? Kaybeden kim başkaları mı? Elbette hayır .Kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz aslında.Söylenecek o kadar şey var ki ama kelimeler kifayetsiz kalıyor ne yazık ki.
Bunları değiştirmek mümkün elbet ama herkes bir adım atmalı kendi adına, önce biz düzeltirsek kendimizi ,bir şeyler düzelir, biz sorumluluk duyarsak bir şeyler değişir.Hâlâ iyilik var, hâlâ güzellik var elbet.Olmasa nasıl ayakta kalacağız,nasıl dönecek bu devran.İyilik adına, iyi niyetle mücadele eden birileri hep olacak ama yetmez. Çünkü devrin vahşi girdabında dönüp duruyoruz.Bir el yetmez, bin el gerek;bir söz yetmez bin söz gerek.Kurtulalım bu enaniyetten,bu ataletten, bu vehametten.Dünya bizim etrafımızda dönmüyor, dönmeyecek. Herkes ektiğini biçmeden gitmeyecek.Bir temiz kalpten bir parça iyilikten başka neyimiz var bu dünyadan götüreceğimiz.
Kimseye yük olmadan yaşayalım.Biraz da eksik olalım ne çıkar.Kim ne derse desin biz doğruluktan şaşmayalim ,kim ne bilir içimizde kopan fırtınaları."Kim ne der "diye yaşamayalım.Evlerimiz,yollarımız  ayrı olsa da niyetlerimiz ,gönüllerimiz bir  olsun.Kendimiz icin istediğimiz her şeyi sevdiklerimiz  icin de isteyelim.Hayat bayram olsun....


8 Haziran 2020 Pazartesi

BU DÜNYAYA NİYE GELDİK ?

Evet birçoğumuz bu soruyu sormuşuzdur ,öyle degil mi? Neden geldik,neden yaratıldık,bu dünya neden var? Gibi bir çok soru takılır kimi zaman aklımıza. Eminim İnsan ömrünü düşünecek olursak bu dünyanın evrenin boşa yaratılmadıgına ikna olmak isteriz.Yani yaratıcının bir amacı olmalıydı. Bizim dünyaya gelmemizin bir amacı olmalıydı.Yoksa -haşa !- laf olsun diye mi yaratılacaktı dünya,tüm kainat.
Her varlık bir amaç, bir görev üzere gelir dünyaya.Görevi biten gider, en basit şekliyle bunu kabul etmemiz gerekir.Peki bu bir son mudur? Görünürdee evet ama aslında bir son değil.Zaten dünyaya baktığımızda da öyle değil midir? Bir işe gireriz, bir düzen kurarız ama bir zaman sonra çalıştığımız yerdeki görevimiz biter oradan ayrılırız;bir şehre yerleşiriz fakat zaman gelir başka bir şehre taşınmak zorunda kalırız.Evet oradaki gorevlerimiz bitmiştir ama farklı bir yerde yeniden devam ederiz. Bu böyle sürüp gider.Demek ki aslında bir sonu yok bunun.Sadece mevcut olan gider,farklı bir düzende devam eder.İşte insan da bu dünyada var olan görevi ne kadar sürecekse burada kalır, ve sonra ölüm dediğimiz bir sonla farklı bir boyutta devam eder.Ölümün bir son olduğunu kimse iddia edemez,ederse Allah'ın sınırsız ve sonsuz bir varlık olduğunu bilmiyor demektir.Çünkü" Allah her an yeni bir şan' dadır" sözünü anlayan biri, bir  son olmadığını da kabul etmelidir.Bu bir tekamül sürecidir sadece. Bir durumdan başka bir duruma ,bir alemden başka bir aleme geçmiş oluyoruz yani.Hayat " Hayy"  denen sey sadece dünyaya has bir sey değildir, hayat onun varlığının işaretidir ve sonsuz bir varlık  olduğuna göre de hayat hic bitmeyecektir diyebiliriz.Düşünürsek bundan önce de başka bir alemdeydik,annemizin karnından farkı bir aleme yani dünyaya geldik sonra toprağın koynuna girip  farklı bir aleme gideceğiz.Hem madde hem de mana boyuntunda düşünecek olursak ;hani  topraktan geldik ,yine toprağa döneceğiz denir ya ,işte ruhumuz mana alemine giderken bedenimiz topraga karışacak ve madde boyutunda tekamülüne devam edecek.Yani hiçbir sey yok olmuyor ve bir sona varmıyor öyle değil mi?Yani hayat tektir ve sonu olmaksızın devam eder.
Peki biz ne için geldik
dünyaya,amacımız ne,görevimiz ne? Bunların cevabı üzerine kafa yormak lazım. Bunların cevabi da elbette ki insanın kendisindedir.Çünkü kendimizi en iyi kendimiz biliriz.Düşünün ki bir kitap var ve cevap o kitabın satırları arasında bir yerde ,ana fikri bulursak amacımızı da buluruz. Ama bunun için o kitabı okumak ve iyi anlamak lazım.İşte insan kendi kitabını okumayı bilmeli, okuduklarını idrak etmeli ve anlamalıdır .
Yüce kitabımızın ilk emri "Oku" olduğuna göre bu boşuna söylenmiş olamaz.Neyi okuyacağız ki ? Elimize alıp bitirdiğiniz raflarızı  süsleyen romanlar,hikâyeler, şiirler vs..bunları mi okuyalım.Elbetteki ilk anlamı budur diyebiriz.Çünkü Kur' an düşünen ve aklını kullanan insanlara seslenir.Düşünmeyi, akıl etmeyi,sorgulamayı, anlamayı emreder.Din dediğimiz sey  bilimden, bilgiden ,akıldan uzak değildir ki.Eğer öyle olmasaydı akla ihtiyaç duyar mıydık? Demek ki akıl denen sey düşünmek ,doğruyu yanlışı anlamak,idrak etmek için var.Sadece duygularımız ile hareket etseydik ne çok yanılırdık öyle degil mi? Ama akıl bir süzgeçtir, bir elektir.Sahip olduğumuz bilginin toplandığı yerdir.Bizi mutlak doğruya götürmeye yarar.Bu yüzden müslüman dediğin aklını kullanan insandır.Din bunu emreder, çünkü bize emir buyrulan gerçeklerin manasını kavrayamayız.Bunları önce düşünerek en çok inanarak anlarız.Çünkü insan önce aklıyla yordar her şeyi ve aklıyla ikna olur.Evet bu mantıklıdir der.Fakat bunu yaparken tüm kişisel arzular ve çıkarlarımızdan uzak durup, salt gerçekliği aramak gerek.Yoksa akıl da nefse uyup yanıltıcı olabilir.Aradaki engelleri- yani kendimizi- kaldırıp saf ve duru bir gözle bakmaya ve anlamaya çalışırsak gerçeği daha net görürüz.Haa! Okuma yazma bilmeyen insan gerçeği ve kutsallığını anlayamaz mi ? Elbet anlar ,okumaktan kastın kitap okumak degil ;kendini  okumak,evreni anlamak olduğunu söylediğimize göre,aklını kullanıp düşünen herkes kendini,amacını ve gerçeği idrak edebilecek sıfatlara haizdir.
Dedik ya kendi kitabımızı okuyalım.Bunun benim için kolay olduğunu sanmayın.Ya da bunu yapmanın yolunun ne olduğunu kesinkes bildiğimi.Ama dedik ya insan aklını kullanırsa gördüklerinden ,bildiklerinden ,duyduklarindan yola çıkarak bir sonuca varabilir bu konuyla ilgili.Çünkü her sey bir hikmet ve bir düzen üzere yaratılmıştır.Gerçekler görüntülerin ardına gizlenmiş ama ipuçları da verilmiş ve Kur'an insana bu ipuçlarını işaret etmiş.

Bakara süresi 65.Ayet
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır

Nisa suresi 82. Ayet
Hâla Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.
Enam suresi 126. Ayet
Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, düşünüp öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.

Araf 57.ayet
Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur. Sonunda onlar (o rüzgârlar), ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevkederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan düşünüp ibret alırsınız.

Demek ki bize sürekli bir uyarı var ve bunun üzerine düşünmemiz isteniyor.Yaratılan her şeyde bir hikmet var, bir sır var yani.Ama ne diyor sadece " düşünenler " için. Yoksa sadece elimize alıp okumanın bir faydası olmaz. Okuduklarımızı idrak etmek ve anlamak icap ediyor.Tüm sırlar aslında insanın hamuruna katılmış, biz bu sırları kendi içimizde arayacağız.Ben kimim? Diye soracağız,yüzümüzü kendimize çevireceğiz başkasına degil.Kimin ne yaptığına, ne düşündüğüne  degil ;kendi yaptıklarımza ve düşüncemize bakacağız. Aklımızı bu yönde kullanacağız; gözümüz ,kulağımız açık olacak, her daim uyanık olacağız.Çokça düşüneceği;,her işin ,oluşun ,tecellinin ardındaki hikmeti  kavramaya çıkacağız. Şikayet etmeden,kusur aramadan,bıkmadan bunun için uğraşacağız.Boş seyler üzerine kafa yormak degil,gecmise takılarak,gelecekten endişe duyarak degil,bu günümüze bakıp yaşadıklarımız üzerine tefekkür edeceğiz.Yoksa yaşam anlamsız boş bir çabadan ibaret olur. Ömür hay huy' la geçer yani sadece nefes alıp vermekle tükenir gider.Kimsenin istediği bu degil eminim ,herkeste bir anlam arayışı vardır.Çünkü içimizdeki arayış gerçeği bulana kadar asla bitmeyecek .Kimi bulacak ,kimi bulamadan gidecek ama bu arayış hep olacak.
Bir tohum  tekamül eder ağaç olur ,bir ağaç tekamül eder yakacak olur ya da bir masa, bir kitap, bir dolap olur.Özü ağaçtır ama biz ona artık ağaç demeyiz masa deriz .Her varlık tekamül sürecinde başka bir boyuta geçer; ismi,cismi  değişir ama özü değişmez.Bizler de bu tekamülü tamamlamak üzere geldik .Amacımız da kamil  insan yani " üst insan" olmak .Hangi aşamada kalırsak o oluruz .Yani istidadımız ve çabamız nispetinde tekamül ederiz.Buğday olmanın hakikati nedir aslında ? Bir insana aş olmaktır yani ekmek olup onu doyurmaktir.Fakat saman olup küspe olup hayvan yemi de olabilir.Hangisi daha makbul ve nedir buğdayın en kutsal vazifesi ? Öncelikle insana faydalı olmak.
Demek ki bizler şu hayata varlığımızın kutsallığını anlamak için geldik.Kamil insan olmanın özünde kendini bilmek yani Allah' ı anlamak ve yaratılanlara hak nazarından bakmak vardır.Görmüyor muyuz ki aslında tüm varlık insana hizmet eder;onun hakikati anlamasına vesile olur, ona yol gösterir ,yanı sır verir. Şu aleme bir daha yeniden ve yeniden her gün farklı bir gözle bakalım lütfen.Cevaplari kendimizde arayalım, kendi kitabımızı yazalım(ki insan her yaptığı işle ve her düşüncesiyle kendi kitabını yazar) ve yazdığımız kitabı da okuyalım ki biz neyiz,neden varız,neden dünyaya geldik,amacımız ne?Kitabımızı açıp açıp tekrar okuyalım( murakabe etmek), hatalar varsa ayıklayalım,,düzeltelim( tövbe etmek/ bir daha yapmamak),gerekirse silelim yeniden yazalım.( daha güzelini daha iyisini yapmak)
İşte insan budur,hayatın anlamı,varlığımızın anlamı bu ,okumak budur!!



Besmele


Besmelesiz iş olmaz,derdi büyüklerimiz. Ben de her işe yaradanın adı ile başlamak gerektiğine inanıyorum.O'nu anmak ,O'nu çağırmaktır ,yapılan her işin O' ndan olduğunu, O'na vardığını idrak edip şükretmektir.Bir kapıyı çalmak gibi.Her kapıda bir nasip,bir hikmet bizi bekler çünkü. O nasibi ,hikmeti O'ndan beklemektir.
Bunu bir gelenek olarak değil,bilerek idrak ederek yapmak önemlidir.Ama her ne şekilde olursa olsun bir işe besmele yani Allah'ın adı ile başlamak güzeldir.Nasıl ki bir kapı anahtarsız açılmıyorsa , manada da anahtarımız O' nun  adıdır. Dilimizi buna alıştırmamız,gönlümüze aşılamamız gerekir.Her işimizin hayra vesile olmasını dilemiş oluruz böylece. Yoksa bilemeyiz ki yaptığımızın iyi mi kötü mü olacağını.İyi niyetle çıkarız yola da farkında olmadan bir zarara çıkar sonu.İyi niyet elbette önemli ama biz attığımız bir adımın kimi zaman nereye varacağını kestiremeyiz.İşte eğer besmele ile Allah adı ile başlarsak şöyle demiş oluruz " Rabbim ben bir iş ,ugraş ,niyet içindeyim sen her işin  sonunu bilensin ,hayırlı eyle herkes için " çünkü şu hayat bin bir ihtimal içerir. Bizden çıkan her sey başka bir şeye tesir eder.Derler ya Afrika 'da  bir kelebek kanatlansa Amerika " da fırtına çıkar.Bu misal işte.
Allah  der ki " Siz bizi an'ın biz  de sizi an'alım" 
Bu çok önemlidir.İnsan şu dünyada sevdiğini  dilinden düşürmüyorsa ,biz bizi sevip de yaratan, her türlü nimeti veren, bize hayat bahşeden  rabbimizi neden almayalım.En  hakiki ,en sadık ,en merhametli ,en zengin   sevgili O 'dur çünkü.
Kısacası bir sözü söylemeden veya  başlayacağımız bir işten önce, bir kapıdan girerken ya da çıkarken, yatarken ,kalkarken mutlaka mutlaka O' nun adını analım.Analım ki, unutmayalım.Analım ki her işimiz rast gitsin, her sözümüz hayır olsun,nasibimiz bol ,kısmetimiz çok,ruhumuz tok olsun.

Ne demiş Süleyman Çelebi 'Mevlit ' inde:

Allah âdıyle olur her iş tamâm
Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân
İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen
Her murâda erişür Allah diyen


Hatırlayana , hatırlanana selam olsun.:)



7 Haziran 2020 Pazar

DOĞAYI VE HAYVANLARI SEVELİM



Hayvanları sevelim diyorum. Hatta sevmekle kalmayıp sahiplenelim.Evimizde bir can olsun diyorum.Sokaklarda, sağda ,solda bir köşede savunmasız ;belki aç ,belki susuz onlarca hayvan var.Şimdilerde sahiplenme bilinci ya da sosyal sorumluluk anlamında bu masum canlar eskiye göre daha şanslı olsa da her zaman için korunmaya ihtiyaçları var.Ben hayvan diyorum ama günümüzde insanların birbirine yaptıkları muameleleri ya da düşünceleri görünce  bu ifadeyi "Canlar" olarak değiştirmeyi uygun görüyorum.Çünkü genellikle insanlar olarak olumsuz ya da hoş olmayan davranış ve düşünceler için " hayvanca,hayvan gibi" ifadeler kullanıyoruz. Halbuki hayvanlarda insanlar gibi bir nefs ya da irade yok .Onlar sadece hayatta kalma mücadelesi ile doğanın onlara verdiği içgüdüleri kullanıyor o kadar.Bizimki gibi kasıtlı bir davranış,bir düşünce ya da irade yok.Olduğu gibi,olması gerektiği gibi davranıyorlar.Bu sebeple bazı davranışları onların adı ile değerlendirmeye çalışmak bir haksızlık olur.  Ya bazılarının bu canlara yaptığı muameleye ne diyeceğiz?Madem "hayvanca" buluyoruz bazı şeyleri biz ne kadar insanca yaşıyoruz ya da insana yakışır bir tutum sergiliyoruz.
İnsan olsun hayvan olsun hepimiz birer canlıyız,bir can taşıyoruz.O halde varlığa bir nazarla bakmak lazım, yaratanın nazarından bakmak lazım. İnsan,, hayvan, bitki  ,esya değil ;"can" olarak bakmak lazım.İnsanım diyorsak bize yakışan budur .Yoksa doğaya ve canlılara zarar vermenin insan olmakla alakası olamaz.  Unutmayalım bizi onlardan ayıran şey aklımız irademiz ve akıl ,iyiyi kötüden ayırmak için var;bu ayırda varamamış insan, aklıyla değil içgüdüleri ve nefsi ile hareket ediyordur o zaman" hayvan ya da hayvanca"  deyip kullandığımız  küçümser ifade ne kadar doğrudur?
Bakın doğaya, insan dışında hiçbir canlı açgözlü değil, insan dışında hiçbir canlı kendisine bir yuva ,bir nimet olan doğaya zarar vermez.Onların sadece korunmak ve ayakta kalmak için bize vahşi gelen bu yaradılış özelliklerini kullanmaya ihtiyaçları var, bunun dışında hiçbiri birbirinin canına musallat olmaz.Kısacası onlar hepimizden daha masum geliyor bana.
Ki Allah her canlıyı insanlara hizmet etsin diye yaratmış yoksa onlara eziyet edelim diye değil.İneğini besle sana süt versin, koyunu besle sana yün versin,tavuğu besle sana yumurta versin,toprağı besle sana buğday versin ,ağaç olsun meyve versin, eşeğini besle senin yükünü şikayet etmeden taşısın.Evet onlar şikayet etmez biz şikayet ederiz her şeyden.Onlar insana,doğaya hizmet eder.Onlar olmasa bu dünya bu düzen bu denge bozulurdu.Onların bize bizim de onlara ihtiyacımız var.İnsan ancak ve ancak varlığının kutsallığını anlar ve bu manada yaşarsa bu denge bozulmadan devam eder.Yoksa dediğimiz gibi diğer canlıların doğaya bir zararı asla yoktur, olmamıştır.En büyük zarar,en büyük vahşet, hep biz insansılardan kaynaklanıyor
Doğayı sevelim,yeşile ,maviye sahip çıkalım. Doğa olmazsa insan da olmaz,doğa bozulursa tüm düzen bozulur, bunu biliyoruz hepimiz.Fidan dikelim,ağaç dikelim,tohum ekelim ,çiçek besleyelim.Bulabildiysek küçücük bir toprak parçası, özümüzü hatırlayalım, o toprağı boş bırakmayalım,ekelim bir şeyler: bir sebze,bir meyve yetistirelim,bir saksıda sardunya ,bir saksida menekşe,bir diğerinde fesleğen..Dünyanın  güzelleşmesine katkı sağlayalım,o rengarenk çiçekler ,bitkiler,meyveler,ağaçlar ruhumuz ve dünyamız için bir mucize bir cennettir aslında.
Hep doğadan yana olalım,bahçede bir ağacımız,saksıda bir çiçeğimiz  bir canımız( kedi,köpek..vs)  olsun evimizde, bahçemizde.Onlara verecek bir kap suyumuz, bir aş'ımız olsun lütfen!!.İnanın onların varlığı külfet değil bize ;ama varlıkları  yuvamıza,ruhumuza huzur verecek .

Bizim de bir kedimiz var bu arada :))Çünkü ben de hayvanları çok severim ama evde bir kedi  olması fikri bana gore değildi.Çocuklarım da çok seviyor hayvanları biz öyle yetiştirdik; doğayı, canlıları sevsinler istedik.Nerede yaralı,çaresiz bir hayvan bulsalar sahip çıktılar, ilgilendiler, kimini iyileştirdiler ,kimine üzüldüler.
Bir gün "kedi alalım mı?" dediler. Önce istemedim ;çünkü bahçeli bir evimiz yoktu ,alerjim olduğu icin de evde olsun istemedim.Sonra onlar için kabul ettim. Tatlı mı tatlı bir can,canımız, evimizin neşesi.BUGi.:))

Şu tatlı şey sevilmez mi hiç:))

Simdi herkesten daha çok ben ilgilenir ,ben öper, koklar ,sever oldum onu.Hayvan demem,can derim,nasiplim derim.Evimizin enerjisi değişti onun varlığı ile evimizin bereketi arttı,huzuru arttı.Belki buna inanmayanlar vardır ama ben buna inanıyorum, onun varlığının mucizesini yaşıyoruz bence.Ya da ben öyle olduğuna inanmak istiyorum diyelim ,ne fark eder,bize iyi geliyor.
Yalnız kalmayı sevmez BUGİ tüm kediler gibi .Mır.. mır .. mır ..dolaşır hatta kendini sevdirir ( ama canı isterse:))) İllaki yatacak, yaslanacak bir yer, bir ayak ucu  bulur gece .Kendi başına yatmayı sevmez.Varlığı ile huzur verir ,neşe verir bize her zaman. onu da bir bebek , çocuk  gibi görür hatta "oğlum" diye severim..:)
İşte böyle dostlar, yazmakla bitmez.Şu evren her şeyi ile  bize sunulmuş bir lütuf, burası  bizim tarlamız, ne ekersek onu biceriz.Bakarsak bağ olur bakmazsak dağ olur.Aslında doğada  her sey bir düzen ve bir denge üzeredir dedik ya ,işte biz o düzeni bozmasak her yer cennettir .
Bu yüzden  ağaçları kesmeyelim,çiçekleri koparmayalım,dallarını kırmayalım,sokaktaki canlara da mümkün olduğunca sahip çıkalım.

Doğayi sevelim,koruyalım..:)


5 Haziran 2020 Cuma

AİLE HAYATTIR


Evde Hayat Var :))

Evet, gerçekten hayatın bir kalbi varsa o da insanın evi, ailesi, sıcacık yuvasıdır. Orada atıyordur kalp; oradadır heyecan, huzur, mutluluk, sevgi. Belki de insan önüne çıkan engeller, zorluklar, acılar yüzünden çoğu zaman aradığı huzurun, içini ferahlatacak olan şeylerin aslında en yakınında olduğunu fark edemiyor. Belki de aslında ailesinin sevdiklerinin varlığı ile ayakta durabildiğini bilmeden çözümü dışarıda bir yerde arıyor. Gezmek,tozmak,çılgınlar gibi eğlenmek; bir gün orada bir gün burada yiyip içerek kendini dışarı atıyor. Sanki ev yani anne, baba, eş, çocuklar vs. onu boğuyormuş gibi kaçıp; hep ayni şeyler, ayni sözler, ayni yüzler görmekten sıkılıp yükünü etrafa boşaltmak istercesine kendini alışverişe, gezmeye veriyor. Kendince mutlu hikâyeler yaratıp sosyal medyada paylaşıyor. Bizler de bilmeden "Ooh, herkes mutlu, hayatını yaşıyor valla bir biz böyle olamadık'' deyip iç çekiyoruz gördüğümüz bu organik olmayan hikâyelere.

Belki kimi gerçekten sahip olduğu huzuru ve mutluluğu resmediyor bizlere. Ama insanların birçoğu gerçek olmayan ama herkesin inanmasını istediği fakat  inandırıcı olmayan bir hikâyenin kahramanı oluyor ,yani "mış " gibi görünmeye çalışıyor. Hâlbuki birkaç dakika sonra yarattığımız sahte dünyadan çıkıp yeniden birer külkedisi oluveriyoruz. Görünen pek çok kez yanıltıcıdır ,pek azımız olduğu gibi görünmeyi seçer. Hâlbuki dış dünya sadece bir yanılsama, bizi olmayacak şeylere inandıran bir düşler ülkesi. Hakikat ise hayatın merkezi olan evimiz, ailemiz yani bizi biz yapan yerdedir. Çünkü tüm gerçek yüzümüz orada ortaya çıkıyor, filtresiz halimiz sevecenlikten uzak tavrımız, asık yüzümüz, üstünde kalpler uçurduğumuz kafamız, baloncuklar uçurduğumuz kalabalıklar üstümüze üstümüze geliyor. Eğer samimi isek herkesin gördüğü ne ise aynıyızdır aynanın karşısında.

Simdi gelelim gerçeklere. Şifanın kaynağına, hayatın anlamına, varlığımızın huzur bulacağı o yere, yani evimize.

Hangimiz hayatın bize sunduğu imkânları yeterli bulacak şekilde yaşıyoruz. Birçoğumuz şu arsız dünyadan payımıza düşeni alıyoruz. Çalışıyoruz, çabalıyoruz, yoruluyoruz; başımızı sokacak bir evimiz ayağınızı yerden kesecek bir arabamız da varsa hele de sağlıklı isek daha ne olsun değil mi? En büyük zenginlik sağlıktır öncelikle, bunu unutmamak gerek. Öyle olmasa ne yediğimizin tadı, ne gördüğümüzün anlamı ne de hayatın çekilecek yani kalır. Yani hiçbir şeyimiz olmasa sağlığımız oldu mu yeniden bir yasam inşa ederiz kendimize, ailemize öyle değil mi? Ayakta duracak gücünüz varsa hayatta kalacak, hayatımızı değiştirecek gücümüz de var demektir. Bunu bir kenara yazdık öyleyse.

Eee sağlıklıyız,ailemiz yanımızda ,çok şükür iyi de bir işimiz var ise. Ooh!! Cennet ayağımıza serilmiş de haberimiz yok derim. İllaki bir şeylerden şikayet edeceksek; olmuşu ,olacağı bir kenara bırakıp daha iyisi için mücadele etmeyişimizden,sevgimizi gerektiği kadar dile getirmemizden, birini yeterince ve can kulağı ile dinlememiş olmaktan, çocuğuna sarılmamış, eşini her sabah  öpmemiş olmaktan şikayet edelim.Amaaa !!! yine de şikâyet etme, farkında ol ,sahip çık ve bunları çoğalt hayatında. Her şey için yeterince zamanımız olduğuna inanıyorum. İnsanın eşine sevdiğini söylemesine, çocuğu ile iki saat oyunlar oynayıp, ona masallar anlatmasına, ona sarılıp uyumasına, sevdiği birinin sesini duymak için aramasına yetecek bir vakti gerçekten olmayabilir mi? Aynı durumları yaşadığım için samimiyetle söylüyorum hepsi bir bahane, zaman bulamamak bir bahane. Ben de pek çok kez bundan şikâyet etsem de sorunun genellikle zaman değil kendim olduğunun da farkındayım. İnsan geç anlıyor bazı şeylerin kıymetini hatta kaybetmeden anlamıyor yaşadığı anın ve sahip olduklarının kıymetini. Eften püften şeyler yüzünden zamanı nasıl da boş bahanelerle tüketiyoruz.

Bırak üç çeşit  yemek olmasın bir gün de bir çorba kaynat iç. Bırak ev ,saçın başın dağınık kalsın öyle görsünler ne çıkar, ütüsüz olsun gömleğin ne kaybedersin. Biz birilerine yetişirken kaçırdığımız şeyleri kim geri getirir ki? Kimin için bu caba, güzel görünmek kime, bir lokma ile doyacakken çeşit çeşit yemek kime? Bunlar da olmalı elbet, olacak ama mükemmel olmaya çalışmak boş bir çaba. Zamanın bizi beklemek gibi bir huyu da yok. Yetişemeyiz her işe; birbirimize yetişelim, birbirimize geç kalmayalım yeter kim. gün istemiyorsak temizlemeyelim evi, çocuğumuzun bir derdi varda önce onu dinleyelim, senden kek istiyorsa kalk onu yap, dışarı çıkmak, bisiklet binmek istiyorsa tut elinden parka git; eşin yorgunsa, canı sıkkınsa elini tut, sevdiğini söyle, destek ol. Anneni mi özledin ara, arkadaşını mı merak ettin sor. Bırak evdeki bulaşığı, çamaşırı, ütüyü. Toplanıp film izleyin mesela. Bu isleri kim yapacak peki? Diyeceksiniz, haftanın bir günü için is bölümü yapın, açın bir müzik, sıvayın kolları, hem eğlenin hem de daha kısa zamanda bitirip işi birbirinize daha çok vakit ayırmış olursunuz. Demleyin bir cay başlayın sohbete ohhh mis gibi..:)

Birbirimizin huyunu suyunu biliriz bazıları hoşumuza gitse de gitmese de biziz bu. Bunu bir eğlenceye dönüştürün, aslında en gıcık huylarımız en eğlenceli tarafımız olabilir de. Mesela benim oğlum çok dağınık ve aradığını bir turlu bulamayan bir çocuk. İstisnasız mutlaka ya bir şeyi kaybolur ya da aradığı yerde bulamaz. Baslar bana Anneeee kitabım nerde, anneee kazağım nerede, anneee şarzımı bulamıyorum. Bu evde her şey ama bir şey yooook!)))) o aradıkça beni bir gülme alır, bu da onun huyu işte. Ben her şeyi yerli yerine koysam da onun eşyaları hep yoktur :) Ben sakince ama eğlenerek bulmasına yardımcı olur oda oda gezeriz nerede diye. Ben güldükçe önce kızar sonra o da baslar benimle gülmeye. Mesela şu an da spor yayını arıyor :))) Ara verdim mecbur birlikte arayacağız, en sevdiğim sahne başladı.:))

 

Geldim …JBulamadık, sanırım ben onu uzun bir süre kullanılmadığı için işe yaramıyor diye atmış olabilirim. Biz kadınların evi  kalabalıktan kurtarmak için gereksiz gördüğümüz şeyleri atma huyumuz ne olacak :))ama onca zaman bir kenarda durup ise yaramayan  o attığımız şey ne hikmetse birgün mutlaka ihtiyaç oluverir.

Oğlumun bu kayboluş hikâyelerini sonrasında yeniden canlandırıp kayda alırız arada bir de baktıkça güleriz. Sanırım bu hikâyeler hiç bitmeyecek.

Demem o ki onun bu huysuz halleri aslında çok eğlenceli, ben ona kızıp bağırmadan olayın içine dalıp ikimizi de sonrasında bir video olacak eğlenceli hikâyenin içine çekiyorum. Böylece isi gücü bırakıp en az yârim saatimi ona ayırmış oluyorum.

Kim bilir belki de herkes için bu geçerli değil ama mutlaka işe yarayacak her iki tarafı da mutlu edecek bir şey çıkar.

Esim pek konuşmayı sevmez ben ise tam tersi. Eeee ,öyle buz gibi birbirimizin yüzüne mi bakacağız. Bu durumda iş yine bana düşüyor, hemen bir çay demliyorum ve onun konuşmaktan hoşlandığı konuları ortaya atıp konuşmasını sağlıyorum. Tabii konu konuyu açıyor ve muhabbet uzuyor. Bazen bir bakıyoruz gece yarısı olmuş. Haaa, her zaman ise yaramasa da deniyorum. Kâr kârdır.:)))

 

Kızım deseniz çok bakımlıdır anasına benzemez. İllaki günün bir saatinde ya yüzüne ya saçlarına ya tırnaklarına bakım yapar. Aslında bu güzellik  işlerine  sıkılmadan bu kadar vakit ayırmasına sasıyorum ve ona hayranım...Çok sabırlı ve estetik algısı yüksek kızımın. Okulda çok başarılı değil(istese her şeyi yapar da ilgisi farklı:)) ama güzellik ve estetik  konusunda çok yetenekli biz de bunu düşünerek ve kızımın da isteğiyle Sac bakimi ve estetik okumasına karar verdik. Hani bir yazımda da demiştim ,illa doktor olacak değil ya ..İşte kimi zaman bu bakım işlerine çok vakit ayırdığını düşünüp söylenirim ama esprili konuşurum. Kız kokoş yine ne sürdün yüzüne. ya da ‘’Veee,  Tanrı kadını yarattı!’’  waowwvv  bu ne güzellik annemm ,deyip inceden asıl niyetime girerim. Hadi simdi de şu bulaşık makinesini bir boşaltıver de bir kahve içelim üstüne sen de telveleri yüzüne sürersin deyip işi bağlarım. Hem onun isi hem benim isim görülsün.  Böylece de birlikte vakit geçirmiş oluyoruz.

İşte bunları yaparken çoğu zaman bulaşık, temizlik vs. bırakıyorum öylece. Kime ne ,bugün de böyle olsun diyorum. Eşimle çocuklarımla olmanın tadını çıkarıyorum. Hayatın kalbine iniyorum, nabzını yokluyorum. Bakıyorum hızlı atıyor, heyecan var diyorum gülümsüyorum..:)


Her şeye zaman yetiyor aslında, emin olun, siz de deneyin! 

HAYAT EVE SIĞAR..:)) 



yazan:Bahar Baydan

Aslında çok da zor değil emin olun, siz de tadını çıkarın...:)))

4 Haziran 2020 Perşembe

ANNEM





''Annem olmadan asla..''

Bu söz sanırım bir kitaptan aklımda kalmış olacak ama gerçekten anneler hayatımızın olmazsa olmazı.Babamı anlattım sanmayın ki annemden daha az etkilendim ya da daha az şey öğrendim.Annem de hayatımda derin izler bıraktı. Babam ve annem sayesinde bugünüme şükrediyorum.Ergenlik zamanlarımızda onlarla belki de kısa bir süre yollarımız ya da fikirlerimiz ayrı düşmüş olsa da zaman geçtikçe ,hayatın keşmekeşine daldıkça ve insanları tanıdıkça ,hele de anne olunca onları çok daha iyi tanıdım ve anladım.Gençlik çağında saçma sapan şeyler yüzünden onları nasıl da suçlandığımı , eleştirdiğimi ve üzdüğümü düşündükçe hem gülüyorum hem de kızıyorum kendime.Tabii onlar biz ne yaparsak yapalım anlayışlı olmaya gayret gösterip sabırla geçmesini beklediler .Şimdi benim de çocuklarıma yaptığım gibi..

Annem..

Anneannem ve dedemin tek evladı,yani bir  kardeşi yok.Biz ise üç kardeşiz, annem yalnız büyüdüğü ve hep bir kardeş özlemi çektiği için birden fazla çocuğu olsun istemiş .Gönlünden 4 çocuk;ikisi kız ,ikisi erkek olsun da birbirlerine destek olurlar diye geçirmişse de olmamış.İki kız ,bir erkek olarak çok şükür hiçbir şeyin eksikliğini hissetmedik.

Dediğim gibi annenin tek çocuk olması anne babasının da beklentilerini onda toplamış doğal olarak.Anneannem annemin okumasını çok  istemişse de olmamış.Anneannem ve dedem  Yugoslavya 'dan Türkiye 'ye göç ettikten hemen sonra annem dünyaya gelmiş ama anneannem fabrikada dedem ise huzurevinde  hasta bakıcı olarak çalıştıkları için annem de uzun bir süre kreşte, sonrasında ise teyze çocuklarıyla büyümüş.Tabii o zaman okuma yazma bilmek ve ilkokulu bitirebilmek büyük şey.Bugünkü gibi üniversite hatta lise neredeyse hayal gibi bir şeymiş.Annem orta ikinci sınıftan sonra okulu bırakmış.18 yaşına gelince de babama kaçmış ve evlenmişler.  O yaştaki annem için sevmek makul bir arzu idi elbette.Ki zaten o zamanlar evlilik yaşı 20 'yi geçmiyordu.Ama anneannem ,annemin evlenmek için kaçmış olmasına üzülmüş olsa da bir yıl sonra ablam dünyaya gelince annemi ve babamı yanına alıp yaşamaya başlamışlar.Fakat bu suçluluk duygusu annemin peşini yıllar yılı bırakmadı.Kendini hep annesine ve babasına borçlu hissetmiş olacak ki yanlarından hiç ayrılmadı, hatta dedemin ölümünden sonra yalnız kalan anneannemi çalışıyor olduğu halde asla ihmal etmedi.Ama anneannem  de zaten son anına kadar  kimseye ihtiyaç duymayacak kadar  dinç ve sağlıklı idi.

Genel olarak Türk halkı öyle ama bu Yugoslav göçmenleri çocuklarına pek bir düşkün oluyor.Her çocuğuna başını sokacak bir ev olsun diye uğraşıp ,evlendikten sonra bile desteklerini eksik etmiyorlar.Çok şükür simdi benim çocuklarımın bile başını sokabileceği bir evleri var onlar sayesinde.

Konuyu dağıtmadan devam etmek istiyorum.Annem de her konuda bizim arkamızda oldu,özellikle de eğitim hayatımız için çok uğraştı.Belki babam gibi bir kitap alıp okumadı  ama bizimle birlikte ilkokul, ortaokul ve liseyi bitirmiş oldu.Okula sık sık gelir ,ögretmenlerimizle tanışır, mütemadiyen durumumuzu sorar ,bir nevi "Benim çocuğum sahipsiz değil " imajını verirdi kimi haddini bilmez öğretmenlere.Çünkü o zamanlar dayak,kötek ,hakaret gırla.Annem bunları hazmedemez ,buna benzer bir durum yasşadık mı hemen dikilirdi öğretmenin karşısına.Tabii bizde de öğretmene yanlış yaptığını söyleyecek cesaret ve fıtrat olmadığından  boyun eğerdik her şeye.Ama annem öğrenirdi ne olup bittiğini mutlaka ,çünkü okulumuzda aile dostumuz matematik öğretmenim  ve annemi çok seven müdürümüz Aysel Hoca  vardı.Bunun dışında birçok öğretmen gel git derken annemi tanımıştı,onun sayesinde birçoğuna göre daha rahat bir öğrenim hayatı geçirdim.Ama tanıdıkların da gözü hep ben de olduğu için  nispeten daha dikkatli olmaya çalışıyordum.Annem ayrıca tüm okul aile birliği hizmetlerinde bulunmuştu biz mezun olan kadar.Girişken ,sözünü esirgemeyen ve  çok iyi yürekli bir insandı.Bu yüzden çok sevilirdi okul ve mahalle çevresinde.Hala da öyledir canım annem.

Birgün aynı sınıfta olduğumuz aile birliği başkanının kızı ,erkek arkadaşı ile görüşmek için  beni de ikna edip okuldan kaçtık.Okuldan kaçtık kaçmasına ama yine okula döndük .Zil çalana kadar okul bahçesinde bekledik.Bunu neden ve hangi kafayla yaptık bilmiyorum,muhtemelen o yaptı ben de ona uydum .Çünkü okuldan kaçmak falan hiç bana göre işler olmadı.Tabii Aysel Hoca beni odasının penceresinden görünce önce kendisi bir fırça çekti sonra da anneme havale etti .Ben de annemden bir güzel tokat yedim, hiç unutmam.:( Sonra da bana o kızla bir daha görüşmeyeceksin diye söz verdirdi .O konu orada kapandı ,ben dersimi aldım ve bir daha da üniversite dahil  okuldan  habersiz hiç kaçmadım ve arkadaş seçimimde de hep dikkatli olmaya çalıştım.

Bir dönem yani ortaokul son sınıfta anneme ben okumayacağım ,mahalledeki kızlar gibi fabrikada çalışıp para kazanacağım demiştim.Tabii annem buna izin verir mi,önce zılgıtı yedim sonra tıpış tıpış liseye devam ettim.Orada da boş durmadı, ortaokulda vasat bir öğrenci olduğum için beni lisede iyi bir sınıfa yazdırdı zorla.Başlangıçta bu benim onurumu kırdı, çünkü hepsi teşekkür takdirlik öğrenciler, bir ben düz geçip gelmişim o sınıfa.Hatta bu konuda - sağ olsun- kimi arkadaşlarımın  hakkımda alaycı tavır ve konuşmaları da oldu.Zaman geçtikçe kabuğumdan sıyrıldım,derslere asıldım,9. Sınıftan sonra her dönemi teşekkür ya da takdir  ile bitirdim.İyi arkadaşlıklarım oldu .Şimdi beni küçümseyen o kişiler benden daha iyi durumda değiller. Olsalar da benim için önemli olan kendim için doğru olanı yapmış olmam.Yoksa mutlaka herkes kendi kalbinin ekmeğini yer ve  hak ettiği yerlerde olmalıdır.

Bu arada ortaokulda benim hakkımda anneme olur olmaz laflar eden Fen Bilgisi öğretmenimi de söylemeden geçmeyeyim.Benim asla okuyup da öğretmen olacağımı düşünmemiştir sanırım.Şimdi bunu bilse ne düşünür acaba? :)Bu sebeple diyorum ya , anne-baba ve biz öğretmenler olarak asla evlatlarımıza karşı kırıcı ve ümitsiz olmayalım.Rabbim böyle öğretmenlere rast getirmesin çocuklarımızı.Ben de  hep bu yüzden kendimi ve potansiyelimi geç fark ettim zaten.

Neyse ki annemin inadı ve desteği sayesinde şimdi mesleğini çok seven bir öğretmen oldum.Hatta ilk üniversiteye gittiğim de bile annem beni bırakmadı .O zaman bu durum hiç hoşuma gitmemişti ama iyi ki de beni bırakmamış diyorum.İkinci üniversiteye gitmemde de payı var çünkü.Şimdi "Karşıma geçip senin okumana mucize gözüyle bakan öğretmenlere söyleyecek çok şeyim var "diyor .:)

 Sadece benim değil ablam ve kardeşimin eğitim hayatında da etkisi büyük oldu.Çok uzun yıllar sonra çalışmaya başladı belki iyi bir eğitim alamadı ,okuyamadığı ama bizimle birlikte ve  her girdiği ortamda kendini geliştirmeyi başardı .Bugün evlendik, çoluk çocuğa karıştık ama annem desteğini hiç eksik etmedi.Sanırım çocuklarımızın eğitimin hayatına da el atacak çünkü durduramıyor içindeki bu dürtüyü sağ olsun.:)

Sonuç olarak biz;babamız ve annemiz sayesinde iyi bir insan olmayı, hayata pozitif bakmayı,aile olmayı,yardımlaşmayı, iyi birer ebeveyn olmayı ve işimizi severek yapmayı öğrendik.

Canım annem ,hayatımın mucizesi..İyi ki varsın..

 

 

Çocuk Olmak






Çocukluğum büyük bir şehrin mütevazı bir mahallesinde geçti . Şimdilerde büyüdüğüm ev ve mahalle gecekondu ya da kenar mahalle kisvesini taşıyacak bir halde olsa da insanları değişmeden kalmış mıdır diye düşünüyorum. Şu an farklı bir şehirde yaşıyor olduğumdan çocukluğumun geçtiği semte de uzun yıllardır hiç uğrayamadım, halen orada yaşayan eş ,dost, hısım, akrabadan yaşayan olması ve sosyal medya sayesinde zaman zaman haberdar oluyorum. Bana kalırsa çocukluğun yaşanmadığı her yer çorak kalmış bir toprak gibi verimsizdir. Buna dayanarak hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını düşünüyorum.
O zamanın çocukları büyüdük, okuduk, değişen dünyanın bizi mecbur kıldığı yaşamlara karıştık. Bilmiyorum simdi ne halde o sokaklar, caddeler, dükkânlar? O eski çocukluğun, bayram heyecanlarının, sokak satıcılarının olduğu bir yer kaldı mı? Bizimle birlikte tüm büyüsünü kaybetmiş olduğunu düşünmeden edemiyorum. 90 ‘ların başında ayrıldık doğup büyüdüğüm o mahalleden, nispeten daha modern ve yeni farklı bir mahallede geçirdim lise ve üniversite hayatımı. Sanki çocuksu heyecanlarımı eski evimizde bırakıp geldim gibi hissetmişimdir uzun zaman, hatta alışana kadar haftada birkaç kez ablamla birlikte ziyaret ettik oradaki arkadaşları ve komşularımızı. Fakat lise, üniversite, yeni mekânlar ,arkadaşlıklar derken zamanla koptu bağlarımız. Ama o yıllarda yaşadığım duyguların tesiri asla silinmedi üzerimden. Günümüz insanını ve çocuklarını düşündükçe çocukluğuma duyduğum özlem gitgide arttı. Belki de bu sebeple hep bir yanım çocuk kaldı.

Sokakları çınlatan seyyar satıcılar mesela:Belirli günlerde mahallenin hep aynı köşesinde bizleri bekleyen o meşhur turşucu, veresiye tutan bakkallar, ana yolun başında nefis sandviçler yapan Mehmet amca, Her gün sokak sokak dolaşıp tadını ve tarçın kokusunu hala unutmadığım o muhallebiyi satan muhallebici amca,bisikletli arabasının tentesinde takılı duran klaksonla geldiğini haber veren seyyar dondurmacı.. Mahallenin neredeyse tüm çocukları bu seyyar arabaların etrafında pervane olurduk. İşte hepsi bir bakıma benim çocuk ruhumun mimarı sayılır. Yaş geçtikçe çocukluğa duyulan özlemin, bedenimizi değil ruhumuzu doyuran zenginliğin her gün birbirine karışan bu sesler ve kalabalıklar olduğuna inanıyorum.
Okuldan gelip- annemin tabiriyle -çantayı kapının ardına bırakıp akşam ezanına kadar oyun oynamanın,terlemenin,kirlenmenin tadına varırdık. Öyle Barbie bebekler, uzaktan kumandalı arabalar, play station, telefon, tablet, bilgisayar vs. olmadığı için bence çok şanslıydık. Biz kendimiz yarattık oyunlarımızı, tüm hayal gücümüzü kullandık, çevremizdeki ya da evimizdeki her şeyden bir oyun icat ettik. Doğa ve insan bizim malzememizdi .Yağan yağmurla çamur olmuş topraktan oyuncak heykeller yapardık mesela ,ya da bulduğumuz irili ufaklı taşları toplayıp beştaş, taş kule oynardık. Her evde mutlaka bulunan, olmasa da alınan ,şimdilerde ''don lastiği '' :) diye tabir edilen iplerle; çinçen, birdirbir, ip atlama denilen yetenek ve enerji gerektiren oyunlar oynardık. Topaç vardı bir de, huni seklindeki bir ahşabın etrafına ip sarılarak sonrasında çevirip yere bırakarak dönüşünü izlediğimiz. Mahallenin arkasındaki boş arsa ve tarlalarda çelik çomak oynamak, sokaklarda misket,sek sek,yakan top, istop çarçop, körebe, yakalamaca, mendil kapmaca,kızlarla evcilik ... Saymakla bitmez.
Erkek kardeşimle evde gazete kağıtlarını kesip bankacı olurduk,isim- şehir-hayvan oyunu oynardık,sandalyelere ev minderlerini yaslayıp kendimize ev yapardık.Bir dal dut ağacı ile ipekböceği yetiştirir ,kozadan çıkıp kelebek olmasını beklerdik.Fasülye tanesini ıslanmış pamuğa sarar, filizlendi mi toprağa diker ,fasülye sırığımızın büyümesini izlerdik.:) Ne çok eğlenir, ne mutlu olur ,ne çok şey öğrenirdik.



Peki ya o unutulmaz ramazan ve bayram heyecanlarına ne demeli. Davulcunun, iftar topunun sesi, sahurda yediğimiz o mis gibi börekler- sırf bunlar için çok küçük yasta sahura kalkar tekne orucu tutardım- :)sonra bayram öncesi geleneksel tatlılar, yemekler, börekler... Annem terzi olduğu için bayram kıyafetlerimizi de o dikerdi. Bayram öncesi sokaklarda evlerde bitmeyen bayram temizliği başlardı.
Arefe gecesi banyo ederdik, uyku tutmazdı gözümü, bayram ayakkabılarım baş ucumda uyurdum tüm çocuklar gibi.Kime gitsem, hangi kapıyı çalsam ,kim para verir, kim şeker ,kim mendil verir, kaç lira toplarım, topladığım paralarla bakkaldan ne alırım? Gibi bir sürü düşünce ile uyurdum o gece. Sonra bayram sabahı erkenden kalkardık, herkes kapısının önünü bir güzel yıkardı çünkü bayram bizler için böylesine özeldi.
 Annem, babam, anneannem, dedem ,kardeşlerim.. Bayram namazı sonrası kalabalık bir sofrada kahvaltımızı ederdik, silip süpürürdük Allah ne verdiyse. Her zaman mı böylesi lezzetli ve güzel olurdu yemekler yoksa bayram olduğu için mi her şeyin tadı bize başka gelirdi? Her ne olursa olsun bayramın her insan, her yemek ve her nesne üzerinde bilinmeyen bir tesiri vardı. Arınma günü gibiydi adeta bayramlar; bütün dertler, kavgalar, küskünlükler, kırgınlıklar unutulur, herkes bir masalın iyi kalpli prens ve prenseslerine dönüşürdü. Bu sebeple kutsaldır bayramlar, şimdilerde anlamını yitirse de hep öyledir, öyle kalacak benim gözümde.



Televizyon da izlerdik tabii oyunlardan arta kalan zamanlarda, özel kanallar yoktu o zaman hatta televizyonlar neredeyse 90’ lara kadar siyah-beyaz ve kumandasızdı. Sadece TRT 1 ,TRT2  gibi devlet kanalları vardı. Televizyonda saat 07.00 ‘de  yayın başlar; saat 00.00 gösterdiğinde ise yayın , İstiklal Marşı’nın okunması ile biterdi. Ekranda çember içinde bulunan bir logo bulunur ,saati gösterir ve tiz bir ses ile yayın olmadığını işaret ederdi. Hafta sonları kahvaltıdan sonra ailecek izlemeyi çok sevdiğimiz filmler vardı. Özellikle western (Kkovboy) filmler çok ilgimizi çekerdi. Sonra diziler:Dallas,Küçük Ev,Şahin Tepesi,Kartallar Yüksek Uçar,İyi Kötü ve Çirkin,Köle İsaura,Altın Kızlar,Cosby Ailesi vs.. Biz çocuklar için bellli saatlerde çizgi filmler olurdu:Uçan kaz,Kibritçi Kız,Pembe Panter,Pinokyo,Heidi,Şirinler,Ret Kid..90' larda Susam Sokağı,Voltran,Hayalet Avcıları,Taş Devri,Casper,Ninja Kaplumbağalar…vs..
                  

90 ‘lar sonrası özel kanalların çıkmasıyla dizi sektörü bayağı hareketlendi ve çok rağbet gördü. Şimdi adını sayamayacağım birçok Brezilya ve Amerikan dizilerinin hayranı ve takipçisi olup çıktık. Böylece günümüze dek şiddeti iyice artan batılılaşma hareketi o zamanlarda başlamış oldu. Ayrıca 90 ‘ların başında VHS ve BETA  video player'lar ile çılgınlar gibi kaset kiralayıp bol bol Rambo ,Jackie Chan (karate) ve Arabesk film izledik :)
Yani 90 ve sonrası dönemden bugüne her şey akıl almaz bir şekilde gelişti ve değişti. İyi mi oldu kötü mü bilemiyorum.2000 ve sonrası yani Milenyum Çağı bilim ve teknolojinin çağı oldu. Çocuklar teknoloji çocuğu oldu, oyunlar teknolojik oldu, ister istemez hepimiz için teknoloji vazgeçilmez oldu. Faydalı olmadığını söyleyemem. Çünkü bilgiye ulaşmak, aradığını bulmak çok kolay; banka kuyruklarında beklemek, araştırma yapmak ve kitap okumak için kütüphane kütüphane gezmek, onlarca ansiklopedi karıştırmak yok artık. Her şey elimizin altında, bir tık uzağımızda. Peki, bu imkânlardan gerektiği gibi faydalanıyor muyuz? Kültürel ve sosyal açıdan kendi lehimize çevirebiliyor muyuz? Olumsuz taraflarının da farkında olup bunlardan uzak duruyor muyuz? İyi bir medya okuryazarı olabildik mi? En önemlisi artık işlerimiz daha kısa sürede bittiği için sevdiklerimize daha çok zaman ayırabiliyor muyuz? Bunlar için hepimizin bir cevabı mutlak vardır ama gerçek olan şu ki bizim çocuklarımız o dönemi bugünle kıyaslayınca çok boş ve sıkıcı bulsa da bizler için değeri ve anlamı hep büyük olacaktır.

İçinizdeki çocuk hiç büyümesin. Sağlıcakla kalın.

BABAMDAN ÖĞRENDİKLERİM





''Babalar gölgesinde dinlendiğimiz ulu çınardır .''

Ben çok şanslıyım bu konuda.Hayata dair güzel olan ne varsa önce annemden ,en çok da  babamdan öğrendim .İlkokul mezunu ama bir üniversite mezunundan çok daha fazla bilgiye ve kültüre sahip.Çünkü okumayı çok sever,her şeyi okur:Kitap ,gazete ,dergi,bir takvim yaprağı ... ne varsa.Yeter ki yeni bir şey öğrenmiş olsun .Okumak onda bir yaşam tarzı.Mutlaka her sabah gazetesini alır ve her sayfasını büyük bir dikkatle okur,yanına da bir bardak çay..değmeyin keyfine :) Huzurun bir adı varsa biri de budur sanki onun için.Ben de kitap okurum ama asla onun kadar iyi bir okuyucu olamadığımı düşünürüm.Çünkü o okumaz ,aynı zamanda okuduklarını yaşar, aklına olduğu gibi hayatının bir yerine koyar öğrendiklerini.
Dedim ya onun okuduğu kitaplarla başladım ilkin okumaya.O zamanlar şimdiki gibi ha deyince  kitap almak kolay değil.İnternet yok, her sokak başında bir kitapçı yok ,il  kütüphanesi  desen  ancak şehir merkezlerinde.Okul kütüphanesi ise yeterli düzeyde değildi maalesef.Mutlaka her evde o zaman gazetelerden kupon biriktirerek ya da imkân varsa bir  şekilde ders ve bilgi kaynağı olması bakımından evlerimizde bulunan’’ Meydan Larousse’’ gibi ansiklopedik kitaplar olurdu.İşte öyle bir dönemde, evimizde, bunun dışında birçok felsefe kitabı ve halen okumaktan zevk aldığımız bir çok  ünlü şair ve yazarın kitapları vardı.En çok da ekonomi sözlüğü kitabı dikkatimi çekmiştir-bir işçi sınıfının ne işi olur ekonomiyle:)- (Halen babamın o kitabı niçin aldığını bilmiyorum mesela)
Günlük gazete,çizgi romanlar ,Gırgır adlı mizah dergisi ve tabii çengel bulmacalar.Evimizin yani babamın olmazsa olmazı ve  tabii sonrasında gazete ve türevlerinin sobalar için odunları  tutuşturucu bir  görevi de olmuştur:)
Kısacası okuma konusunda ilk örneğim ve kılavuzum babam oldu.Onun ilkokul mezunu olup da bu kadar çok şeyi nasıl bildiğini düşünürdüm.Onunla gurur duyardım hala da öyle.Yıllar geçtikçe eğitimin  insanın ancak ve ancak kendini geliştirmesi ile mümkün olduğunu anladım.İllaki bir okul bitirmek ya da diploma sahibi olmak insanı kültürlü ya da eğitimli yapmıyor.İnsan sahip olduğu bilgiyi kullanmıyorsa ,onu kendisi ve çevresi için yararlı ve üretken hale getirmiyorsa, en önemlisi  aldığı eğitim onun iyi ve adil  bir insan olmasına  yetmiyorsa , diploma neye yarar ki?
Yıllarca babamdan duyduğum ve o yaşlarda  tam olarak anlamasam da büyüsüne kapıldığım ve anladıkça hayatıma yön veren bazı sözleri vardır benim için:
" Hayatta sahip olacağınız en önemli şey iyi bir insan olmaktır"
Asla bir insanı kırmayın,kin gütmeyin,ne olursa olsun kimseyle haklılığınız konusunda  ağız dalaşı etmeyin,alçakgönüllü olun,adil ve affedici olun,ailenizin kıymetini bilin,kardeş olarak her zaman birbirinizin arkasında  durun ,derdi.
" İyi olmak kolay ,zor olan adil olmak " sözünü de çok  tekrarlardı  yeri geldikçe .Evet, iyi olun,sevin ama mutlaka adil olun, derdi.
İnsan etliye sütlüye karışmaz, kimseye de bir zararı olmazsa zaten iyi nazarla bakılır,bu en kolaydır; ama gerektiğinde adil olabilmek ,doğrunun arkasında durmak zordur, derdi .
Şimdi bile her konuşmamızın sonu yine aynı dilek ve temennilerle biter:)
Diyeceksiniz ki hiç mi hatası olmadı babanın.Elbette ki olmuştur ama bu onu kötü insan yapmaz .Hata ,adı üstünde, hatadır. Kasıtsız ,art niyetsiz..Kim hata yapmadan yaşlanır ki?Bu da insan olmanın bir gereği ,velev ki bilerek isteyerek olmasın ve mutlaka bir ders çıkarılmış olsun.Şimdi onun da pişmanlık duyduğu pek çok şey var ama belki de en büyük pişmanlığı, çevresine kimi zaman ailesine gösterdiğinden daha fazla müsamaha göstermekten olmuştur.Yine de kimsenin ardından kötü konuştuğu biri ya da kötü bir aile reisi olmadığını biliyorum.Hayatın ona sunduğu imkanların bizim için birçok seyi yapmasına yetmedigini de .Yoksa onda bir kusur gören varsa da kendinin kusursuz olduğunu düşünenlerdir.
Dedim ya  bazıları için belki de çok kusuru var .Ama ben parçaya değil bütüne, fiilden çok niyete bakarım.Herkes için bakış açım budur.Çünkü bunu da babamdan öğrendim.Yoksa arasak o kadar çok kusur buluruz ki yüzüne bakacak kimsemiz kalmaz.
Babamla  uyuşmayan bazı fikirlerim olsa da genel olarak aynı tarlanın mahsulüyüz
Sonuç olarak ,o kadar çok kazınmış ki içime onun yaşama dair bu düşünce biçimi, o naif ve içten sözleri ;şu acımasız dünyada kimi zaman kendimi savunmasız hissederim.Ama yine de üzerimdeki etkisini kıramam bu sözlerin. Olsun, iyi ki diyorum, iyi ki böyle bir babanın evladıyım.
Tüm insani değerlerin kaybolmaya yüz tuttuğu şu evrende aslında en çok buna ihtiyacımız yok mu? İnsan olmaya ,insan gibi yasamaya anlamaya ve anlaşılmaya...
Elbetteki babamın içindeki okuma aşkı ve kitaplar değildi ona hayata bu gözle bakmayı öğreten .Onun fıtratında vardı insanca yaşamak sevdası.Biz de bu sevdanın sevdalısı olup çıktık.Kendimizi kıra kıra kırmamayı öğrendik,sustukça içimizde çağlayan hayatı dinlemeyi, dinledikçe hakikatin sesini duymayı,düşündükçe anlamayı,anladıkça anlamlandırmayı öğrendik.
Din,dil,ırk ayrımı gözetmeksizin ‘’ insan birdir’’ demeyi ve bu cihette  yaşamayı ailemizden öğrendik.
İyi ki..
Anneme, babama,aileme minnettarım.

2 Haziran 2020 Salı

KİTAP OKUMANIN ÖNEMİ









KİTAP OKUMAK NEDEN ÖNEMLİ?

Kitaplar bana göre hayal dünyamızı zenginleştiren, zihnimizin arka kapılarını aralayan, ruhumuzun sırlarını deşifre eden ve bize pek çok konuda ışık tutan yegâne dostumuzdur. Evet, dosttur çünkü ne vakit ihtiyacımız olsa yanımızdadır, bize iyi ya da kötü her şeyi apaçık söyler. Onunla birçok yer gezer, birçok insan tanır, birçok duygu yaşar ve birçok yeni bilgi öğreniriz.

Okudukça ne kadar az şey bildiğimizi fark ederiz. Onlar okunduktan sonra usulca bir kitaplık rafında bırakılsalar da asla değerini kaybetmeyen kadim dostumuz olarak kalır ve bizi aydınlatmaya devam eder.

Bana göre evde bir kitaplığın olması o evi farklı bir frekansa ve boyuta taşıyor, böylece evin sakinleri de onların yaydığı bu frekansın etkisi altında kalıyor. Daha huzurlu, sinerjisi yüksek, pozitif ve mutlu bireyler olmamıza katkı sağlıyor bana göre. Ama onlara hak ettiği gözle bakıp, kıymetini ve anlamını bilenler için yeni bir dünya farklı bir boyut katıyor evimize ve evrenimize. Yoksa bir kenarda birkaç satir yazı ve bir kâğıt parçası olarak kalır.

Sanki bu sayede bulunduğumuz mekân ilmin tecelli ve tesir ettiği kutsal bir yer haline bürünüyor. Kimse inanmasa da böyle bir ortamın bir zihinde ve bedende uyarıcı bir etki yaptığını düşünüyorum. Tıpkı kütüphaneler gibi. Eminim birçok insan kütüphaneye gittiğinde oradaki kokunun kendisinde yarattığı tesiri hissediyordur. Öyledir, bilginin de bir kokusu bir dokusu vardır. Bunu bir kitap okurken de hissederiz, bize dokunuşunu, kokusunu hatta tadını. Çünkü insanın ruhunun da duyuları var .Hem de somut olarak hissettiğimizden daha keskin duyular. Okumak ,insanın kendine yaptığı  bir yolculuktur. Bir keşif macerasıdır. Kitabın içindeki hayatların ve insanların içine dalmak ve o  dünyanın bir parçası olmaktır. Gizlice olup bitenleri seyredip kendine o dünyada bir yer açmaktır. Hikâyenin neresinde olduğumuzu, kim olduğumuzu ya da olmadığımızı anlamaktır.

Kısacası dostlar, insan bulunduğu çevrenin içine sığmayacak kadar büyük bir varlıktır. Dolayışı ile sınırlarını aşmak ve evreni kucaklamak ister. Çünkü okumayan için zihin kapıları kilitli bir hücre gibidir. İnsan o küçük hücrenin içinde hapsoldukça içinden bir çığlık yükselir. Ruh ve gönül kabına sığmaz olur. Eğer insan hapsolduğu o hücreden çıkamaz ise kendini sürekli mutsuz ve huzursuz hisseder. Çünkü sonsuz bir arayışın iliklerimizde dolaştığı bir beden ihtiyacı olan özgürlüğe ulaşamazsa yaşamı boyunca huzur bulamaz. Birçoğumuz böyleyiz eksikliğin ya farkında değiliz ya da farklı yollar deniyoruz kapatmak için. Hâlbuki kitapların ve bilginin deryasında yüzmek ve yeni ufuklara yelken açmak sonsuz huzurun kollarında olmak gibidir. Boş bir zihin, küçük bir kaba sıkışmış ruh için dünya renksiz ve donuk bir siluet gibidir. Okudukça renkleniriz, zenginleşiriz. Gerçek okumayı, yazmayı, konuşmayı öğreniriz.Çünkü o hem dilimizin hem de ruhumuzun tutukluğunu çözer. Bakın hiç okuyanla okumayan, bilenle bilmeyen bir midir? Dünyayı da kendisi ile değiştirebilenler okumayı bilenlerdir.

Ayrıca çocuklarımıza da kitap okuma alışkanlığı kazandırmak istiyorsak evinizde mutlaka bir kitaplık olmalı, çocuğun odasında görebileceği her yerde .O daha küçücük bir bebekken bile kucağınıza alıp tek tek okuyun her satırı ona ,''o ne anlar ki'' demeyin. Her güzel kitap onun zihnin tarlalarına bir tohum bırakacak, onun ruhuna bir ufuk açacaktır emin olun. Zamanı geldiğinde bunu göreceksiniz. Ondaki farkı, farkındalığı, güzelliği göreceksiniz. İhmal etmeyin, ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaç olduğunu ona öğretin lütfen.Çocuğunuza yapacağınız en büyük iyilik ve en güzel miras bu olacaktır.

Öyleyse ne duruyoruz okuyalım ne varsa, her pencereden bakalım şu âlem nedir, ne der bize. Farklı dilden, farklı bir tenden, farklı bir gözden ne anlatır bizlere. Evimizin her köşesinden, baş ucumuzdan, elimizden hiç eksilmesin. Onunla dolduralım içimizi, dışımızı. Ne kaybederiz. Zamanın eskitemediği tek şeydir kitaplar, hafızadan silinsede de hayatımızdaki izleri ve etkisi ömür boyu sürer.

Herkese İyi okumalar...

Bu konu üzerine söylenmiş sözler için TIKLAYINIZ

1 Haziran 2020 Pazartesi

ÇOCUĞUMUZUN BAŞARISI BİZİM ELİMİZDE








BAŞARISIZ ÇOCUK YOKTUR!

Çocuklarımızın okulda başarısız olması sizi korkutmasın. Hayattaki başarı her zaman okul başarısı ile doğru orantılı olmuyor. Ayrıca okulda başarısız olan öğrenci hiçbir şeyi başaramaz diye de bir şey yok. Bu yüzden bu konuda çocuğunuzdan ümidinizi asla kesmeyin, başarısızlığı yüzünden onu eleştirip kırıcı olmayın. Hayatta tek başarı ders değildir. Kim bilir belki de farklı konuda yeteneği vardır, öncelikle çocuğumuzu iyi tanıyalım ve ona güvenelim. Ebeveynler çocuklarının sahip olduğu özellikleri iyi bilirler. Neye ne tepki verdiğini, neyi önemsediğini, nasıl düşündüğünü iyi bilirsek çocuğunun ihtiyacı olan güdülenmeyi ve motivasyonunu da sağlayabiliriz

Biliyoruz ki her insan farklıdır ve özeldir. Bu sebeple günümüzde eğitim bile bunu dikkate alarak revize edilmiştir. Çünkü her bireyin öğrenme biçimi birbirinden farklıdır. Kimi duyarak, kimi görerek, kimi okuyarak, kimi yaşayarak öğrenir. Eğitim içerisinde bu farklılıklara hitap edecek farklı uygulamalar ve yöntemler uygulanmaya çalışılır. Her öğrenciye uygun öğrenme ortamları yaratmak hedef alınır. Günümüzde teknolojinin de gelişmesiyle bu öğrenme ortamları zenginleşmiş, eğitim daha kalıcı ve etkili hale gelmiştir. Bunu anlatmanın nedeni şu:"öğrenemeyen öğrenci yoktur." Her birey öğrenmeye hazır ise kendi kapasitesi doğrultusunda gereken her şeyi yapabilir. Eğitimin ve teknolojinin ona sunduğu imkânları iyi değerlendirebilirse kendisinden beklenmeyen sonuçlara varabilir.

Bu sebeple başarısızlık sadece bir bahanedir artık. Çünkü istediğimiz her bilgiye ulaşabileceğimiz bir dönemdeyiz. Kimsenin başarısızlığını kişilere ya da eğitime yüklemek gibi bir bahanesi olamaz.

Biz anne babalar eğitim söz konusu oldu mu çocuğumuz için yoktan var ederiz. Ya da ailesinden yeterli desteği göremeyip hedefine ulaşmak için maddi manevi her türlü imkânı yaratan gençlerimiz var .O halde başarısızlık sadece küçük bir ihtimaldir ama asla imkânsız değildir.

Ayrıca hayattaki başarı sadece bir diplomaya bağlı değil. Bir diploması olmayıp yaptığı işte çok başarılı olan insanlar var. Diploma elbette ki önemli, özellikle günümüz şartlarını düşünecek olursak. Ama mutlak değil ,bu yüzden çocuklarımızı çevre ve mahalle baskısı yüzünden bir kaosun içine itmeyelim. Bize düşen onun ilgisini ve yeteneğini fark edip içinde var olan potansiyeli ortaya çıkarmak, kendine inanmasını sağlamaktır. Bunun belli bir yöntemi yok elbette.Ama çocuklar genellikle onun için değerli olan kişilerin sözüne daha çok itibar eder. Bu bir öğretmen, arkadaş, abi, abla anne, baba… vs. olabilir. Her çocuk kendine bir rol model arar, hem bilişsel hem de duyuşsal olarak. Kendini yakın hissettiği, içini açabildiği, onu anlayabilen biridir bu. Bazen bir kişi değil de tecrübeleri, içinde bulunduğu şartlar onu hayata karşı güçlü olmaya ve bunun sonucu olarak çalışmaya iter. Öncelikle biz onun içindeki çalışma güdüsünü ortaya çıkarabilirsek ya da o tılsımı bulabilirsek sonrası zaten kendiliğinden gelir.

Ne hikmetse kimi çocuklar doğuştan hırslı ve güdülenmiş geliyor sanki. Bu da yaradılış meselesi. Bunlar şanslı grup olarak düşünülebilir. Kimi de benim gibi sonradan kazanır o hırsı ve motivasyonu .Demek ki imkânsız yoktur bunu unutmayalım. Yeterince istersek her şeyi başarabileceğimize inanalım,inandıralım.

Bir diğer husus, uzun yıllar hiçbir çalışma gayreti göstermemiş çocuğu buna hazırlamaktır. Çünkü onlar ipin ucunu kaçırmıştır. Aslında sorun da burada, her şeyin farkındadır, çalışmak zorunda olduğunu düşündüğü noktaya gelmiştir ama bir türlü masanın başına gecemiyordur. İste bizler onlara kaçırdığı o ipin ucunu gösterip yeniden başlamasını sağlayabiliriz. Çocuğun kafasındaki ilk soru şudur çünkü " peki ama nereden ve nasıl başlayacağım" . Bu işi çözdük mü gerisi kolay. Eğer bu aşamaya gelebildiysek geriye ona yol göstermek kalıyor. Bu konuda eksik kalıyorsak da birinden yardim alabiliriz.Bu süreçte manevi destek her şeyden önemli. Eğer masanın başına oturmayı başarabildiyse ve içsel güdülenme de oluştuysa bir şekilde yol alırsınız. Ayrıca onun kendisi ve geleceği ile ilgili hayallerinde itici güç olun, tabiri caizse gaz verin devamlı.

Şunu da belirtmek istiyorum; çocuğumuz illaki doktor, mühendis, avukat, bilim adamı olacak diye bir şey yok. Ama çok iyi bir müzisyen, çok başarılı bir yazar ya da sanatçı belki sporcu hatta piyanist hatta zanaatkar olabilir. Genellikle bunları küçümseyip burun kıvırıyoruz.Fakat  bu saydıklarım özel yetenek isteyen meslekler. Öyle küçümsenecek türden işler de değil. Çocuklarımızı iyi tanıyalım derken bunu kastettim. Yani yeteneklerinin farkında olmalıyız. Belki de ihtiyacı olan ve onu başarıya götürecek olan şey iyi bir oyuncu olmaktır ya da başarılı bir sporcu ,yetenekli bir aşçı...Kendi biçtiğimiz rolleri onlara empoze etmeyelim. Kendimizin başaramadığı ya da olmasını isteğimiz şeyleri onlardan beklemeyelim. Bırakalım kendilerini iyi ve özgür hissettikleri alanlarda başarılı olsunlar. Onları hayalleri konusunda yargılamayın, başkalarının gözünden değil onların gözünden bakın hayata. Önemli olan şey onların mutlu ve sağlıklı bireyler olması değil mi? Hatta önce iyi bir insan olmak. O zaman sabırlı ve anlayışlı olup rehberlik edelim . Kimse karşısında sürekli nasihat eden biri olsun istemez. Örnek olacak, rehber olacak, destek olacak birileri olsun ister. Netice de bizim çocuğumuz yine bizim artı ve eksilerimizin bir sonucu olarak durur karşımızda. Onların durumundan kendimize de pay çıkaralım. Dediğimiz gibi başarı tek yönlü değildir, okul başarısı elbette önemli ama ölçüt degildir. Dünyada nice başarılı insan vardır ki okul hayatı boyunca kendisinden beklenen başarıyı sağlayamamıştır.

Çocuğumuzu sınırlamayalım, gerektiğinde tercihlerinde özgür bırakalım, ona rehber olalım ve asla ümidimizi kesmeyelim. Her İnsan bir topraktır ve henüz görmesek de bir yerde mutlaka filizlenmeyi bekleyen bir tohum vardır içinde .

Onun güzel ve meyve veren bir ağaç olması hepimiz adına bizler gerekeni yapmalıyız.

 

 

 

 


Şiir - Görmek İster İnsan

 Görmek ister insan  Bir kavak gibi aşıp boyunu duvarların Yaprakları o ağacın  Değer birbirine bir rüzgar eliyle  Sonra duyulur o ilk yaz h...