20 Haziran 2020 Cumartesi
İZ BIRAKAN ÖGRETMEN
17 Haziran 2020 Çarşamba
Abartalım
11 Haziran 2020 Perşembe
İNSAN NEDEN BENCİL BİR VARLIK ?
8 Haziran 2020 Pazartesi
BU DÜNYAYA NİYE GELDİK ?
Besmele
Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân
İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen
Her murâda erişür Allah diyen
7 Haziran 2020 Pazar
DOĞAYI VE HAYVANLARI SEVELİM
5 Haziran 2020 Cuma
AİLE HAYATTIR
Evde Hayat Var :))
Evet, gerçekten hayatın bir kalbi varsa o da insanın evi, ailesi, sıcacık yuvasıdır. Orada atıyordur kalp; oradadır heyecan, huzur, mutluluk, sevgi. Belki de insan önüne çıkan engeller, zorluklar, acılar yüzünden çoğu zaman aradığı huzurun, içini ferahlatacak olan şeylerin aslında en yakınında olduğunu fark edemiyor. Belki de aslında ailesinin sevdiklerinin varlığı ile ayakta durabildiğini bilmeden çözümü dışarıda bir yerde arıyor. Gezmek,tozmak,çılgınlar gibi eğlenmek; bir gün orada bir gün burada yiyip içerek kendini dışarı atıyor. Sanki ev yani anne, baba, eş, çocuklar vs. onu boğuyormuş gibi kaçıp; hep ayni şeyler, ayni sözler, ayni yüzler görmekten sıkılıp yükünü etrafa boşaltmak istercesine kendini alışverişe, gezmeye veriyor. Kendince mutlu hikâyeler yaratıp sosyal medyada paylaşıyor. Bizler de bilmeden "Ooh, herkes mutlu, hayatını yaşıyor valla bir biz böyle olamadık'' deyip iç çekiyoruz gördüğümüz bu organik olmayan hikâyelere.
Belki kimi gerçekten sahip olduğu huzuru ve mutluluğu
resmediyor bizlere. Ama insanların birçoğu gerçek olmayan ama herkesin inanmasını
istediği fakat inandırıcı olmayan bir hikâyenin kahramanı oluyor ,yani "mış
" gibi görünmeye çalışıyor. Hâlbuki birkaç dakika sonra yarattığımız sahte
dünyadan çıkıp yeniden birer külkedisi oluveriyoruz. Görünen pek çok kez yanıltıcıdır ,pek azımız olduğu gibi görünmeyi seçer. Hâlbuki dış dünya sadece
bir yanılsama, bizi olmayacak şeylere inandıran bir düşler ülkesi. Hakikat ise
hayatın merkezi olan evimiz, ailemiz yani bizi biz yapan yerdedir. Çünkü tüm
gerçek yüzümüz orada ortaya çıkıyor, filtresiz halimiz sevecenlikten uzak tavrımız,
asık yüzümüz, üstünde kalpler uçurduğumuz kafamız, baloncuklar uçurduğumuz
kalabalıklar üstümüze üstümüze geliyor. Eğer samimi isek herkesin gördüğü ne
ise aynıyızdır aynanın karşısında.
Simdi gelelim gerçeklere. Şifanın kaynağına, hayatın anlamına,
varlığımızın huzur bulacağı o yere, yani evimize.
Hangimiz hayatın bize sunduğu imkânları yeterli bulacak
şekilde yaşıyoruz. Birçoğumuz şu arsız dünyadan payımıza düşeni alıyoruz.
Çalışıyoruz, çabalıyoruz, yoruluyoruz; başımızı sokacak bir evimiz ayağınızı
yerden kesecek bir arabamız da varsa hele de sağlıklı isek daha ne olsun değil
mi? En büyük zenginlik sağlıktır öncelikle, bunu unutmamak gerek. Öyle olmasa
ne yediğimizin tadı, ne gördüğümüzün anlamı ne de hayatın çekilecek yani kalır.
Yani hiçbir şeyimiz olmasa sağlığımız oldu mu yeniden bir yasam inşa ederiz kendimize,
ailemize öyle değil mi? Ayakta duracak gücünüz varsa hayatta kalacak,
hayatımızı değiştirecek gücümüz de var demektir. Bunu bir kenara yazdık öyleyse.
Eee sağlıklıyız,ailemiz yanımızda ,çok şükür iyi de bir
işimiz var ise. Ooh!! Cennet ayağımıza serilmiş de haberimiz yok derim. İllaki
bir şeylerden şikayet edeceksek; olmuşu ,olacağı bir kenara bırakıp daha iyisi
için mücadele etmeyişimizden,sevgimizi gerektiği kadar dile getirmemizden,
birini yeterince ve can kulağı ile dinlememiş olmaktan, çocuğuna sarılmamış,
eşini her sabah öpmemiş olmaktan şikayet
edelim.Amaaa !!! yine de şikâyet etme, farkında ol ,sahip çık ve bunları çoğalt
hayatında. Her şey için yeterince zamanımız olduğuna inanıyorum. İnsanın eşine
sevdiğini söylemesine, çocuğu ile iki saat oyunlar oynayıp, ona masallar anlatmasına,
ona sarılıp uyumasına, sevdiği birinin sesini duymak için aramasına yetecek bir
vakti gerçekten olmayabilir mi? Aynı durumları yaşadığım için samimiyetle
söylüyorum hepsi bir bahane, zaman bulamamak bir bahane. Ben de pek çok kez
bundan şikâyet etsem de sorunun genellikle zaman değil kendim olduğunun da farkındayım.
İnsan geç anlıyor bazı şeylerin kıymetini hatta kaybetmeden anlamıyor yaşadığı
anın ve sahip olduklarının kıymetini. Eften püften şeyler yüzünden zamanı nasıl
da boş bahanelerle tüketiyoruz.
Bırak üç çeşit yemek olmasın
bir gün de bir çorba kaynat iç. Bırak ev ,saçın başın dağınık kalsın öyle görsünler
ne çıkar, ütüsüz olsun gömleğin ne kaybedersin. Biz birilerine yetişirken
kaçırdığımız şeyleri kim geri getirir ki? Kimin için bu caba, güzel görünmek kime,
bir lokma ile doyacakken çeşit çeşit yemek kime? Bunlar da olmalı elbet, olacak
ama mükemmel olmaya çalışmak boş bir çaba. Zamanın bizi beklemek gibi bir huyu
da yok. Yetişemeyiz her işe; birbirimize yetişelim, birbirimize geç kalmayalım
yeter kim. gün istemiyorsak temizlemeyelim evi, çocuğumuzun bir derdi varda
önce onu dinleyelim, senden kek istiyorsa kalk onu yap, dışarı çıkmak, bisiklet
binmek istiyorsa tut elinden parka git; eşin yorgunsa, canı sıkkınsa elini tut,
sevdiğini söyle, destek ol. Anneni mi özledin ara, arkadaşını mı merak ettin sor.
Bırak evdeki bulaşığı, çamaşırı, ütüyü. Toplanıp film izleyin mesela. Bu isleri
kim yapacak peki? Diyeceksiniz, haftanın bir günü için is bölümü yapın, açın
bir müzik, sıvayın kolları, hem eğlenin hem de daha kısa zamanda bitirip işi
birbirinize daha çok vakit ayırmış olursunuz. Demleyin bir cay başlayın sohbete
ohhh mis gibi..:)
Birbirimizin huyunu suyunu biliriz bazıları hoşumuza gitse
de gitmese de biziz bu. Bunu bir eğlenceye dönüştürün, aslında en gıcık huylarımız
en eğlenceli tarafımız olabilir de. Mesela benim oğlum çok dağınık ve aradığını
bir turlu bulamayan bir çocuk. İstisnasız mutlaka ya bir şeyi kaybolur ya da
aradığı yerde bulamaz. Baslar bana Anneeee kitabım nerde, anneee kazağım
nerede, anneee şarzımı bulamıyorum. Bu evde her şey ama bir şey yooook!)))) o aradıkça
beni bir gülme alır, bu da onun huyu işte. Ben her şeyi yerli yerine koysam da
onun eşyaları hep yoktur :) Ben sakince ama eğlenerek bulmasına yardımcı olur
oda oda gezeriz nerede diye. Ben güldükçe önce kızar sonra o da baslar benimle
gülmeye. Mesela şu an da spor yayını arıyor :))) Ara verdim mecbur birlikte arayacağız,
en sevdiğim sahne başladı.:))
Geldim …JBulamadık,
sanırım ben onu uzun bir süre kullanılmadığı için işe yaramıyor diye atmış olabilirim.
Biz kadınların evi kalabalıktan
kurtarmak için gereksiz gördüğümüz şeyleri atma huyumuz ne olacak :))ama onca
zaman bir kenarda durup ise yaramayan o
attığımız şey ne hikmetse birgün mutlaka ihtiyaç oluverir.
Oğlumun bu kayboluş hikâyelerini sonrasında yeniden
canlandırıp kayda alırız arada bir de baktıkça güleriz. Sanırım bu hikâyeler hiç
bitmeyecek.
Demem o ki onun bu huysuz halleri aslında çok eğlenceli, ben
ona kızıp bağırmadan olayın içine dalıp ikimizi de sonrasında bir video olacak
eğlenceli hikâyenin içine çekiyorum. Böylece isi gücü bırakıp en az yârim
saatimi ona ayırmış oluyorum.
Kim bilir belki de herkes için bu geçerli değil ama mutlaka
işe yarayacak her iki tarafı da mutlu edecek bir şey çıkar.
Esim pek konuşmayı sevmez ben ise tam tersi. Eeee ,öyle buz
gibi birbirimizin yüzüne mi bakacağız. Bu durumda iş yine bana düşüyor, hemen
bir çay demliyorum ve onun konuşmaktan hoşlandığı konuları ortaya atıp
konuşmasını sağlıyorum. Tabii konu konuyu açıyor ve muhabbet uzuyor. Bazen bir
bakıyoruz gece yarısı olmuş. Haaa, her zaman ise yaramasa da deniyorum. Kâr kârdır.:)))
Kızım deseniz çok bakımlıdır anasına benzemez. İllaki günün
bir saatinde ya yüzüne ya saçlarına ya tırnaklarına bakım yapar. Aslında bu
güzellik işlerine sıkılmadan bu kadar vakit ayırmasına sasıyorum
ve ona hayranım...Çok sabırlı ve estetik algısı yüksek kızımın. Okulda çok başarılı
değil(istese her şeyi yapar da ilgisi farklı:)) ama güzellik ve estetik konusunda çok yetenekli biz de bunu düşünerek
ve kızımın da isteğiyle Sac bakimi ve estetik okumasına karar verdik. Hani bir
yazımda da demiştim ,illa doktor olacak değil ya ..İşte kimi zaman bu bakım
işlerine çok vakit ayırdığını düşünüp söylenirim ama esprili konuşurum. Kız
kokoş yine ne sürdün yüzüne. ya da ‘’Veee,
Tanrı kadını yarattı!’’
waowwvv bu ne güzellik annemm ,deyip
inceden asıl niyetime girerim. Hadi simdi de şu bulaşık makinesini bir boşaltıver
de bir kahve içelim üstüne sen de telveleri yüzüne sürersin deyip işi bağlarım.
Hem onun isi hem benim isim görülsün. Böylece de birlikte vakit geçirmiş oluyoruz.
İşte bunları yaparken çoğu zaman bulaşık, temizlik vs.
bırakıyorum öylece. Kime ne ,bugün de böyle olsun diyorum. Eşimle çocuklarımla
olmanın tadını çıkarıyorum. Hayatın kalbine iniyorum, nabzını yokluyorum. Bakıyorum
hızlı atıyor, heyecan var diyorum gülümsüyorum..:)
Her şeye zaman yetiyor aslında, emin olun, siz de deneyin!
HAYAT EVE SIĞAR..:))
yazan:Bahar Baydan
Aslında çok da zor değil emin olun, siz de tadını çıkarın...:)))4 Haziran 2020 Perşembe
ANNEM
''Annem olmadan asla..''
Bu söz sanırım bir kitaptan aklımda kalmış olacak ama gerçekten anneler hayatımızın olmazsa olmazı.Babamı anlattım sanmayın ki annemden daha az etkilendim ya da daha az şey öğrendim.Annem de hayatımda derin izler bıraktı. Babam ve annem sayesinde bugünüme şükrediyorum.Ergenlik zamanlarımızda onlarla belki de kısa bir süre yollarımız ya da fikirlerimiz ayrı düşmüş olsa da zaman geçtikçe ,hayatın keşmekeşine daldıkça ve insanları tanıdıkça ,hele de anne olunca onları çok daha iyi tanıdım ve anladım.Gençlik çağında saçma sapan şeyler yüzünden onları nasıl da suçlandığımı , eleştirdiğimi ve üzdüğümü düşündükçe hem gülüyorum hem de kızıyorum kendime.Tabii onlar biz ne yaparsak yapalım anlayışlı olmaya gayret gösterip sabırla geçmesini beklediler .Şimdi benim de çocuklarıma yaptığım gibi..
Annem..
Anneannem ve dedemin tek evladı,yani bir kardeşi yok.Biz ise üç kardeşiz, annem yalnız büyüdüğü ve hep bir kardeş özlemi çektiği için birden fazla çocuğu olsun istemiş .Gönlünden 4 çocuk;ikisi kız ,ikisi erkek olsun da birbirlerine destek olurlar diye geçirmişse de olmamış.İki kız ,bir erkek olarak çok şükür hiçbir şeyin eksikliğini hissetmedik.
Dediğim gibi annenin tek çocuk olması anne babasının da beklentilerini onda toplamış doğal olarak.Anneannem annemin okumasını çok istemişse de olmamış.Anneannem ve dedem Yugoslavya 'dan Türkiye 'ye göç ettikten hemen sonra annem dünyaya gelmiş ama anneannem fabrikada dedem ise huzurevinde hasta bakıcı olarak çalıştıkları için annem de uzun bir süre kreşte, sonrasında ise teyze çocuklarıyla büyümüş.Tabii o zaman okuma yazma bilmek ve ilkokulu bitirebilmek büyük şey.Bugünkü gibi üniversite hatta lise neredeyse hayal gibi bir şeymiş.Annem orta ikinci sınıftan sonra okulu bırakmış.18 yaşına gelince de babama kaçmış ve evlenmişler. O yaştaki annem için sevmek makul bir arzu idi elbette.Ki zaten o zamanlar evlilik yaşı 20 'yi geçmiyordu.Ama anneannem ,annemin evlenmek için kaçmış olmasına üzülmüş olsa da bir yıl sonra ablam dünyaya gelince annemi ve babamı yanına alıp yaşamaya başlamışlar.Fakat bu suçluluk duygusu annemin peşini yıllar yılı bırakmadı.Kendini hep annesine ve babasına borçlu hissetmiş olacak ki yanlarından hiç ayrılmadı, hatta dedemin ölümünden sonra yalnız kalan anneannemi çalışıyor olduğu halde asla ihmal etmedi.Ama anneannem de zaten son anına kadar kimseye ihtiyaç duymayacak kadar dinç ve sağlıklı idi.
Genel olarak Türk halkı öyle ama bu Yugoslav göçmenleri çocuklarına pek bir düşkün oluyor.Her çocuğuna başını sokacak bir ev olsun diye uğraşıp ,evlendikten sonra bile desteklerini eksik etmiyorlar.Çok şükür simdi benim çocuklarımın bile başını sokabileceği bir evleri var onlar sayesinde.
Konuyu dağıtmadan devam etmek istiyorum.Annem de her konuda bizim arkamızda oldu,özellikle de eğitim hayatımız için çok uğraştı.Belki babam gibi bir kitap alıp okumadı ama bizimle birlikte ilkokul, ortaokul ve liseyi bitirmiş oldu.Okula sık sık gelir ,ögretmenlerimizle tanışır, mütemadiyen durumumuzu sorar ,bir nevi "Benim çocuğum sahipsiz değil " imajını verirdi kimi haddini bilmez öğretmenlere.Çünkü o zamanlar dayak,kötek ,hakaret gırla.Annem bunları hazmedemez ,buna benzer bir durum yasşadık mı hemen dikilirdi öğretmenin karşısına.Tabii bizde de öğretmene yanlış yaptığını söyleyecek cesaret ve fıtrat olmadığından boyun eğerdik her şeye.Ama annem öğrenirdi ne olup bittiğini mutlaka ,çünkü okulumuzda aile dostumuz matematik öğretmenim ve annemi çok seven müdürümüz Aysel Hoca vardı.Bunun dışında birçok öğretmen gel git derken annemi tanımıştı,onun sayesinde birçoğuna göre daha rahat bir öğrenim hayatı geçirdim.Ama tanıdıkların da gözü hep ben de olduğu için nispeten daha dikkatli olmaya çalışıyordum.Annem ayrıca tüm okul aile birliği hizmetlerinde bulunmuştu biz mezun olan kadar.Girişken ,sözünü esirgemeyen ve çok iyi yürekli bir insandı.Bu yüzden çok sevilirdi okul ve mahalle çevresinde.Hala da öyledir canım annem.
Birgün aynı sınıfta olduğumuz aile birliği başkanının kızı ,erkek arkadaşı ile görüşmek için beni de ikna edip okuldan kaçtık.Okuldan kaçtık kaçmasına ama yine okula döndük .Zil çalana kadar okul bahçesinde bekledik.Bunu neden ve hangi kafayla yaptık bilmiyorum,muhtemelen o yaptı ben de ona uydum .Çünkü okuldan kaçmak falan hiç bana göre işler olmadı.Tabii Aysel Hoca beni odasının penceresinden görünce önce kendisi bir fırça çekti sonra da anneme havale etti .Ben de annemden bir güzel tokat yedim, hiç unutmam.:( Sonra da bana o kızla bir daha görüşmeyeceksin diye söz verdirdi .O konu orada kapandı ,ben dersimi aldım ve bir daha da üniversite dahil okuldan habersiz hiç kaçmadım ve arkadaş seçimimde de hep dikkatli olmaya çalıştım.
Bir dönem yani ortaokul son sınıfta anneme ben okumayacağım ,mahalledeki kızlar gibi fabrikada çalışıp para kazanacağım demiştim.Tabii annem buna izin verir mi,önce zılgıtı yedim sonra tıpış tıpış liseye devam ettim.Orada da boş durmadı, ortaokulda vasat bir öğrenci olduğum için beni lisede iyi bir sınıfa yazdırdı zorla.Başlangıçta bu benim onurumu kırdı, çünkü hepsi teşekkür takdirlik öğrenciler, bir ben düz geçip gelmişim o sınıfa.Hatta bu konuda - sağ olsun- kimi arkadaşlarımın hakkımda alaycı tavır ve konuşmaları da oldu.Zaman geçtikçe kabuğumdan sıyrıldım,derslere asıldım,9. Sınıftan sonra her dönemi teşekkür ya da takdir ile bitirdim.İyi arkadaşlıklarım oldu .Şimdi beni küçümseyen o kişiler benden daha iyi durumda değiller. Olsalar da benim için önemli olan kendim için doğru olanı yapmış olmam.Yoksa mutlaka herkes kendi kalbinin ekmeğini yer ve hak ettiği yerlerde olmalıdır.
Bu arada ortaokulda benim hakkımda anneme olur olmaz laflar eden Fen Bilgisi öğretmenimi de söylemeden geçmeyeyim.Benim asla okuyup da öğretmen olacağımı düşünmemiştir sanırım.Şimdi bunu bilse ne düşünür acaba? :)Bu sebeple diyorum ya , anne-baba ve biz öğretmenler olarak asla evlatlarımıza karşı kırıcı ve ümitsiz olmayalım.Rabbim böyle öğretmenlere rast getirmesin çocuklarımızı.Ben de hep bu yüzden kendimi ve potansiyelimi geç fark ettim zaten.
Neyse ki annemin inadı ve desteği sayesinde şimdi mesleğini çok seven bir öğretmen oldum.Hatta ilk üniversiteye gittiğim de bile annem beni bırakmadı .O zaman bu durum hiç hoşuma gitmemişti ama iyi ki de beni bırakmamış diyorum.İkinci üniversiteye gitmemde de payı var çünkü.Şimdi "Karşıma geçip senin okumana mucize gözüyle bakan öğretmenlere söyleyecek çok şeyim var "diyor .:)
Sadece benim değil ablam ve kardeşimin eğitim hayatında da etkisi büyük oldu.Çok uzun yıllar sonra çalışmaya başladı belki iyi bir eğitim alamadı ,okuyamadığı ama bizimle birlikte ve her girdiği ortamda kendini geliştirmeyi başardı .Bugün evlendik, çoluk çocuğa karıştık ama annem desteğini hiç eksik etmedi.Sanırım çocuklarımızın eğitimin hayatına da el atacak çünkü durduramıyor içindeki bu dürtüyü sağ olsun.:)
Sonuç olarak biz;babamız ve annemiz sayesinde iyi bir insan olmayı, hayata pozitif bakmayı,aile olmayı,yardımlaşmayı, iyi birer ebeveyn olmayı ve işimizi severek yapmayı öğrendik.
Canım annem ,hayatımın mucizesi..İyi ki varsın..
Çocuk Olmak
Sokakları çınlatan seyyar satıcılar mesela:Belirli günlerde mahallenin hep aynı köşesinde bizleri bekleyen o meşhur turşucu, veresiye tutan bakkallar, ana yolun başında nefis sandviçler yapan Mehmet amca, Her gün sokak sokak dolaşıp tadını ve tarçın kokusunu hala unutmadığım o muhallebiyi satan muhallebici amca,bisikletli arabasının tentesinde takılı duran klaksonla geldiğini haber veren seyyar dondurmacı.. Mahallenin neredeyse tüm çocukları bu seyyar arabaların etrafında pervane olurduk. İşte hepsi bir bakıma benim çocuk ruhumun mimarı sayılır. Yaş geçtikçe çocukluğa duyulan özlemin, bedenimizi değil ruhumuzu doyuran zenginliğin her gün birbirine karışan bu sesler ve kalabalıklar olduğuna inanıyorum.
BABAMDAN ÖĞRENDİKLERİM
2 Haziran 2020 Salı
KİTAP OKUMANIN ÖNEMİ
Kitaplar bana göre hayal dünyamızı zenginleştiren,
zihnimizin arka kapılarını aralayan, ruhumuzun sırlarını deşifre eden ve bize
pek çok konuda ışık tutan yegâne dostumuzdur. Evet, dosttur çünkü ne vakit
ihtiyacımız olsa yanımızdadır, bize iyi ya da kötü her şeyi apaçık söyler.
Onunla birçok yer gezer, birçok insan tanır, birçok duygu yaşar ve birçok yeni
bilgi öğreniriz.
Okudukça ne kadar az şey bildiğimizi fark ederiz. Onlar
okunduktan sonra usulca bir kitaplık rafında bırakılsalar da asla değerini
kaybetmeyen kadim dostumuz olarak kalır ve bizi aydınlatmaya devam eder.
Bana göre evde bir kitaplığın olması o evi farklı bir
frekansa ve boyuta taşıyor, böylece evin sakinleri de onların yaydığı bu
frekansın etkisi altında kalıyor. Daha huzurlu, sinerjisi yüksek, pozitif ve
mutlu bireyler olmamıza katkı sağlıyor bana göre. Ama onlara hak ettiği gözle
bakıp, kıymetini ve anlamını bilenler için yeni bir dünya farklı bir boyut
katıyor evimize ve evrenimize. Yoksa bir kenarda birkaç satir yazı ve bir kâğıt
parçası olarak kalır.
Sanki bu sayede bulunduğumuz mekân ilmin tecelli ve tesir
ettiği kutsal bir yer haline bürünüyor. Kimse inanmasa da böyle bir ortamın bir
zihinde ve bedende uyarıcı bir etki yaptığını düşünüyorum. Tıpkı
kütüphaneler gibi. Eminim birçok insan kütüphaneye gittiğinde oradaki kokunun
kendisinde yarattığı tesiri hissediyordur. Öyledir, bilginin de bir kokusu bir
dokusu vardır. Bunu bir kitap okurken de hissederiz, bize dokunuşunu, kokusunu
hatta tadını. Çünkü insanın ruhunun da duyuları var .Hem de somut olarak hissettiğimizden
daha keskin duyular. Okumak ,insanın kendine yaptığı bir yolculuktur. Bir keşif macerasıdır.
Kitabın içindeki hayatların ve insanların içine dalmak ve o dünyanın bir parçası olmaktır.
Gizlice olup bitenleri seyredip kendine o dünyada bir yer açmaktır. Hikâyenin
neresinde olduğumuzu, kim olduğumuzu ya da olmadığımızı anlamaktır.
Kısacası dostlar, insan bulunduğu çevrenin içine sığmayacak
kadar büyük bir varlıktır. Dolayışı ile sınırlarını aşmak ve evreni kucaklamak ister.
Çünkü okumayan için zihin kapıları kilitli bir hücre gibidir. İnsan o küçük
hücrenin içinde hapsoldukça içinden bir çığlık yükselir. Ruh ve gönül kabına
sığmaz olur. Eğer insan hapsolduğu o hücreden çıkamaz ise kendini sürekli
mutsuz ve huzursuz hisseder. Çünkü sonsuz bir arayışın iliklerimizde dolaştığı
bir beden ihtiyacı olan özgürlüğe ulaşamazsa yaşamı boyunca huzur bulamaz.
Birçoğumuz böyleyiz eksikliğin ya farkında değiliz ya da farklı yollar
deniyoruz kapatmak için. Hâlbuki kitapların ve bilginin deryasında yüzmek ve
yeni ufuklara yelken açmak sonsuz huzurun kollarında olmak gibidir. Boş bir zihin,
küçük bir kaba sıkışmış ruh için dünya renksiz ve donuk bir siluet gibidir.
Okudukça renkleniriz, zenginleşiriz. Gerçek okumayı, yazmayı, konuşmayı öğreniriz.Çünkü o hem dilimizin hem de ruhumuzun tutukluğunu çözer. Bakın hiç okuyanla
okumayan, bilenle bilmeyen bir midir? Dünyayı da kendisi ile değiştirebilenler okumayı
bilenlerdir.
Ayrıca çocuklarımıza da kitap okuma alışkanlığı kazandırmak
istiyorsak evinizde mutlaka bir kitaplık olmalı, çocuğun odasında görebileceği
her yerde .O daha küçücük bir bebekken bile kucağınıza alıp tek tek okuyun her
satırı ona ,''o ne anlar ki'' demeyin. Her güzel kitap onun zihnin tarlalarına bir
tohum bırakacak, onun ruhuna bir ufuk açacaktır emin olun. Zamanı geldiğinde
bunu göreceksiniz. Ondaki farkı, farkındalığı, güzelliği göreceksiniz. İhmal
etmeyin, ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaç olduğunu ona öğretin lütfen.Çocuğunuza yapacağınız en büyük iyilik ve en güzel miras bu olacaktır.
Öyleyse ne duruyoruz okuyalım ne varsa, her pencereden bakalım şu âlem nedir, ne der bize. Farklı dilden, farklı bir tenden, farklı bir gözden ne anlatır bizlere. Evimizin her köşesinden, baş ucumuzdan, elimizden hiç eksilmesin. Onunla dolduralım içimizi, dışımızı. Ne kaybederiz. Zamanın eskitemediği tek şeydir kitaplar, hafızadan silinsede de hayatımızdaki izleri ve etkisi ömür boyu sürer.
Herkese İyi okumalar...
Bu konu üzerine söylenmiş sözler için TIKLAYINIZ
1 Haziran 2020 Pazartesi
ÇOCUĞUMUZUN BAŞARISI BİZİM ELİMİZDE
Çocuklarımızın okulda başarısız olması sizi korkutmasın.
Hayattaki başarı her zaman okul başarısı ile doğru orantılı olmuyor. Ayrıca okulda
başarısız olan öğrenci hiçbir şeyi başaramaz diye de bir şey yok. Bu yüzden bu
konuda çocuğunuzdan ümidinizi asla kesmeyin, başarısızlığı yüzünden onu
eleştirip kırıcı olmayın. Hayatta tek başarı ders değildir. Kim bilir belki de
farklı konuda yeteneği vardır, öncelikle çocuğumuzu iyi tanıyalım ve ona güvenelim.
Ebeveynler çocuklarının sahip olduğu özellikleri iyi bilirler. Neye ne tepki
verdiğini, neyi önemsediğini, nasıl düşündüğünü iyi bilirsek çocuğunun ihtiyacı
olan güdülenmeyi ve motivasyonunu da sağlayabiliriz
Biliyoruz ki her insan farklıdır ve özeldir. Bu sebeple
günümüzde eğitim bile bunu dikkate alarak revize edilmiştir. Çünkü her bireyin
öğrenme biçimi birbirinden farklıdır. Kimi duyarak, kimi görerek, kimi okuyarak,
kimi yaşayarak öğrenir. Eğitim içerisinde bu farklılıklara hitap edecek farklı
uygulamalar ve yöntemler uygulanmaya çalışılır. Her öğrenciye uygun öğrenme
ortamları yaratmak hedef alınır. Günümüzde teknolojinin de gelişmesiyle bu
öğrenme ortamları zenginleşmiş, eğitim daha kalıcı ve etkili hale gelmiştir.
Bunu anlatmanın nedeni şu:"öğrenemeyen öğrenci yoktur." Her birey öğrenmeye
hazır ise kendi kapasitesi doğrultusunda gereken her şeyi yapabilir. Eğitimin
ve teknolojinin ona sunduğu imkânları iyi değerlendirebilirse kendisinden
beklenmeyen sonuçlara varabilir.
Bu sebeple başarısızlık sadece bir bahanedir artık. Çünkü
istediğimiz her bilgiye ulaşabileceğimiz bir dönemdeyiz. Kimsenin
başarısızlığını kişilere ya da eğitime yüklemek gibi bir bahanesi olamaz.
Biz anne babalar eğitim söz konusu oldu mu çocuğumuz için
yoktan var ederiz. Ya da ailesinden yeterli desteği göremeyip hedefine ulaşmak için
maddi manevi her türlü imkânı yaratan gençlerimiz var .O halde başarısızlık sadece küçük bir
ihtimaldir ama asla imkânsız değildir.
Ayrıca hayattaki başarı sadece bir diplomaya bağlı değil.
Bir diploması olmayıp yaptığı işte çok başarılı olan insanlar var. Diploma elbette ki
önemli, özellikle günümüz şartlarını düşünecek olursak. Ama mutlak değil ,bu
yüzden çocuklarımızı çevre ve mahalle baskısı yüzünden bir kaosun içine itmeyelim.
Bize düşen onun ilgisini ve yeteneğini fark edip içinde var olan potansiyeli
ortaya çıkarmak, kendine inanmasını sağlamaktır. Bunun belli bir yöntemi yok elbette.Ama
çocuklar genellikle onun için değerli olan kişilerin sözüne daha çok itibar eder.
Bu bir öğretmen, arkadaş, abi, abla anne, baba… vs. olabilir. Her çocuk kendine
bir rol model arar, hem bilişsel hem de duyuşsal olarak. Kendini yakın
hissettiği, içini açabildiği, onu anlayabilen biridir bu. Bazen bir kişi değil de
tecrübeleri, içinde bulunduğu şartlar onu hayata karşı güçlü olmaya ve bunun
sonucu olarak çalışmaya iter. Öncelikle biz onun içindeki çalışma güdüsünü
ortaya çıkarabilirsek ya da o tılsımı bulabilirsek sonrası zaten kendiliğinden gelir.
Ne hikmetse kimi çocuklar doğuştan hırslı ve güdülenmiş
geliyor sanki. Bu da yaradılış meselesi. Bunlar şanslı grup olarak düşünülebilir.
Kimi de benim gibi sonradan kazanır o hırsı ve motivasyonu .Demek ki imkânsız
yoktur bunu unutmayalım. Yeterince istersek her şeyi başarabileceğimize inanalım,inandıralım.
Bir diğer husus, uzun yıllar hiçbir çalışma gayreti
göstermemiş çocuğu buna hazırlamaktır. Çünkü onlar ipin ucunu kaçırmıştır.
Aslında sorun da burada, her şeyin farkındadır, çalışmak zorunda olduğunu
düşündüğü noktaya gelmiştir ama bir türlü masanın başına gecemiyordur. İste
bizler onlara kaçırdığı o ipin ucunu gösterip yeniden başlamasını sağlayabiliriz.
Çocuğun kafasındaki ilk soru şudur çünkü " peki ama nereden ve nasıl
başlayacağım" . Bu işi çözdük mü gerisi kolay. Eğer bu aşamaya
gelebildiysek geriye ona yol göstermek kalıyor. Bu konuda eksik kalıyorsak da
birinden yardim alabiliriz.Bu süreçte manevi destek her şeyden önemli. Eğer
masanın başına oturmayı başarabildiyse ve içsel güdülenme de oluştuysa bir
şekilde yol alırsınız. Ayrıca onun kendisi ve geleceği ile ilgili hayallerinde
itici güç olun, tabiri caizse gaz verin devamlı.
Şunu da belirtmek istiyorum; çocuğumuz illaki doktor, mühendis,
avukat, bilim adamı olacak diye bir şey yok. Ama çok iyi bir müzisyen, çok başarılı
bir yazar ya da sanatçı belki sporcu hatta piyanist hatta zanaatkar olabilir. Genellikle bunları küçümseyip burun kıvırıyoruz.Fakat bu saydıklarım
özel yetenek isteyen meslekler. Öyle küçümsenecek türden işler de değil.
Çocuklarımızı iyi tanıyalım derken bunu kastettim. Yani yeteneklerinin farkında
olmalıyız. Belki de ihtiyacı olan ve onu başarıya götürecek olan şey iyi bir
oyuncu olmaktır ya da başarılı bir sporcu ,yetenekli bir aşçı...Kendi biçtiğimiz rolleri onlara empoze
etmeyelim. Kendimizin başaramadığı ya da olmasını isteğimiz şeyleri onlardan beklemeyelim.
Bırakalım kendilerini iyi ve özgür hissettikleri alanlarda başarılı olsunlar.
Onları hayalleri konusunda yargılamayın, başkalarının gözünden değil onların
gözünden bakın hayata. Önemli olan şey onların mutlu ve sağlıklı bireyler olması
değil mi? Hatta önce iyi bir insan olmak. O zaman sabırlı ve anlayışlı olup
rehberlik edelim . Kimse karşısında sürekli nasihat eden biri olsun istemez. Örnek
olacak, rehber olacak, destek olacak birileri olsun ister. Netice de bizim
çocuğumuz yine bizim artı ve eksilerimizin bir sonucu olarak durur karşımızda.
Onların durumundan kendimize de pay çıkaralım. Dediğimiz gibi başarı tek yönlü değildir,
okul başarısı elbette önemli ama ölçüt degildir. Dünyada nice başarılı insan vardır
ki okul hayatı boyunca kendisinden beklenen başarıyı sağlayamamıştır.
Çocuğumuzu sınırlamayalım, gerektiğinde tercihlerinde özgür bırakalım,
ona rehber olalım ve asla ümidimizi kesmeyelim. Her İnsan bir topraktır ve henüz
görmesek de bir yerde mutlaka filizlenmeyi bekleyen bir tohum vardır içinde .
Onun güzel ve meyve veren bir ağaç olması hepimiz adına
bizler gerekeni yapmalıyız.
Şiir - Görmek İster İnsan
Görmek ister insan Bir kavak gibi aşıp boyunu duvarların Yaprakları o ağacın Değer birbirine bir rüzgar eliyle Sonra duyulur o ilk yaz h...
-
DEYİMLER CÜMLE BİÇİMİNDEKİ DEYİMLER Adet yerini bulsun. Ağzı açık ayran b...
-
"Yüz dönüm bostan yan gel yat Osman " İş yapmayan tembel insanlar için söylenen bir deyimdir. Bu söz özellikle ögretmenlerin ve ...
-
Bu sayfada yer alan beyitler, divan edebiyatının en seçkin şairlerine ait olup benim de en sevdiğim ve etkilendiğim beyitleridir. Her okun...