ANLAM ARAYIŞI
Bazı insanlar sormaya başlar, “Neden yaşıyoruz?”, “Hayatın anlamı ne?” “Madem ki bir sonu var bu maddesel hayatın, tüm çaba ne için?”, işte bu sorular yeni bir dünyaya açılan kapıların başlangıcıdır. Artık bu dünyadaki alınabilecek kısıtlı hazlar kişiye yetmez, çeşitli deneyimlerden geçmiştir dünyevi hayatında, yeme-içme, cinsellik, para, itibar olan dünyanın hazlarından tatmıştır ve “Daha başka ne var, hepsi bu mu?” diye sormaktadır.
Tüm bu sorular kişiyi anlam arayışına iter.
Tabi bilgide, kitaplara bulmak ister aradığını. Felsefe, çeşitli öğretiler, kişisel gelişim, metafizik, psişik..vs kitaplarının sayfalarında dolanır durur. Bir açlık vardır üzerinde, sorularının cevabına duyduğu açlık, bilmeye duyduğu açlık. Bu bilgi ihtiyacı, yine aslında fiziksel dünyadaki hazlardandır ve bunların en üstüdür. Misal bilim, teknoloji de bu ihtiyaçtan doğmuştur hep.
Bir süre sonra, anlam arayışında, okumaya, bilgiye de doyar kişi. Bakar ki ustalar hakikat, gerçeklik denen konu üzerinde zaten fikir birliğindeler. Ancak bu ustalar yaşamış da yazmışlar bu sözleri, yani sadece bilgiyle olmuyor bu iş, edinmek gerek, tecrübe etmek gerek bu yazılanları.
Peki bu nasıl mümkün? Zaten kişi ne sorsa karşısına ona dair cevaplar çıktığı için, şimdi yeni bir dönem başlar. Kendinde olan üst bir bilinci arıyordur kişi, aradığı yine kendindedir, ancak bu yolculukta “ben” diye saydığı her şeyi de yıkması gerekir.
Mevlana’nın çok güzel bir sözü var,
“Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.
Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.
Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki
Aradığın ancak sensin, sen.
Madendeki inciyi aradıkça madensin.
Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.
Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;
Neyi arıyorsun, sen osun.
Senin canın içinde bir can var, o canı ara!
Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!
A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara."
İşte bu mevzulara girmeden önce ekmek arıyordu, iş güç vardı aklında belki. Şimdi işe güce de pek kendini veremiyor, varsa yoksa soruyor; nedir bu can içindeki can? Yunus’un da dediği benden içeri ben?
“Aradığın seni arayandır” demiş bir de Mevlana. Bu yüzdendir ki, sorduğu sorular neyse, cevapları da çıkıyor kişinin karşısına. Bilgi arıyordu, çeşit çeşit kitaplar, filmler, belgesellerle doldu hayatı. Şimdi ise deneyim arıyor, yaşamak istiyor bu bilgileri ve soruyor, nasıl mümkün?
Bu noktada çeşitlenmeler oluyor tabi. Kişinin ruhunun köküne göre, mizacına göre hayat başka başka deneyimler sunabiliyor. Ustalar çıkabiliyor kişinin karşısına, tabi ustaya teslim olabilmek de başka bir mesele, o yolu zihni bırakarak yürüyebilmek. Zihin hep bi memnuniyetsiz, hep sanki aradığı başka yerde diye dürter kişiyi, yaşadığı eksiklik hissiyatından kapı kapı dolaştırır adamı. Belki de gerçekten ilk gittiği kapıda değil dermanı, ancak zihne pek güvenmemek gerek.
Şifa konusuyla ilginenler de çok sayıda tabi. Okuduğu bilgileri kendi hayatında uygulayıp bedensel ve zihinsel olarak şifalanabilir kişi. Harika bir edinim bu da tabi. Ancak anlam arayışındaki kişi için yine yeterli olmuyor.
Madem bu dünya bir rüya deyip, dünyayı tamamen boşlama hali, bir tembellik de gelebilir kişinin üstüne. Ve bu hal çok uzun da sürebilir. Ancak hayatın bir manası olmalı deyip, canlanmalı tekrar, yoksa yaşamı sürdürmek zor bir hal alabilir.
Çeşitli psikedelik maddeleri deneme girişimi olabilir. O an için yüksek deneyimler yaşasa da kişi, hayatına devam ederken büyük düşüşler yaşayabilir aynı yüksek bilinç halinde kalamayacağı için. Güzel rehberlikler de alabilir, bu kişinin yolunda ne olduğuna bağlı, net bir cevabı yok tabi. Büyük ustalardan Ramdass vardır, psikedelik maddeler konusunda kendi üzerinde deneyler yapmış. Sonra aradığı hakikati bulmak için usta gerekli demiş, gidip Hindistan’da Neem Karoli Baba’nın öğrencisi olmuş. Deneyimlerini paylaştığı bir belgeseli var. İzleyince onun yaşadığını yaşamasa da kişi, tüm bu araştırmalar “Benim yolum nereden” sorusuna bir cevap olabilir belki. Tabi sonra kişinin kendisi o yolu yürümeli. Bu önce bir film izlemek sonra da filmin karakterlerinden biri olmak gibi.
Şimdi bu yazıda öyle bir şey yazacağım ki, hayatın anlamı birden edinimsel olarak kişide açığa çıkacak, diye bir durum yok ne yazık ki. Bu bir yolculuk, inişleri çıkışlarıyla, deneme yanılmalarıyla, tam buldum derken kendini bomboş hissedişinle, şu bedene bir türlü sığamayışınla.
Yol kıldan ince kılıçtan keskin demişler. Çok muhteşem haller yaşamak da var işin içinde, çok sert düşüşler de. Bu yüzden de kişiye dost gerek, yoldaş gerek beraber yol alabileceği, birbirine aynalık edebileceği, birbirimizden sorumluyuz bu yolda diyebileceği. Ve tabi paylaşmak gerek, sorana anlatmak, hizmet etmek koşulsuzca. Yine demiş ustalar “Hizmet eden himmet bulur” diye.
Herkesin aradığıyla kavuşması, yolunun açık olması dileğiyle.
Y.O.
(YOL'dan alintidir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder