21 Temmuz 2022 Perşembe

Tavla 'nın icadı ve hikayesi

 "Tavla"nın hikâyesi ve icadı 



Hintli bir âlim “satrancı” icat edip, Hint Padişah'ına verdikten sonra; Padişah onu İran Padişahı Nuşirevan Hüsrev’e gönderir ve buna benzer bir oyun icat edebilir misiniz? diye sorar.

Nüşirevan âlim ve bilge Veziri Büzricimhir'e konuyla ilgili destur verir...

 Ve Büzricimhir, o güzel oyun olan tavlayı icat eder…

Tavlanın felsefesini ve sembollerini ise şöyle anlatır;

1- Taşların (pulların) 30 adet sayısı: günlerin 30 olmasını,

2- Pulların renginin siyah beyaz olması: gece ve gündüzü,

3-Tavlanın 4 kısımlı olması: 4 mevsimi,

4-5 el oyun olması: 5 vakitte gece gündüzü,

5- İki taraftan da yuvaların 12 adet olması: 12 ayı,

6-Tavlanın tamamı: Dünyayı,

7- Oynanan yeri: Gökyüzünü,

8- Zar: şans ve baht yıldızını,

9- Zarların atılışı: günlerin dönüşümünü,

10-Taşların (pulların) hareketleri: insanların hareketliliğini ve yaşamı,

11- Oyunun sonu: insanların ölümünü ifade eder..

Zar sayısına gelince:

1- Tek olan Allah’a inanç,

2- Gökyüzü ve yeryüzü,

3- Güzel söz, güzel konuşma, güzel davranış,

4- Kuzey, güney, batı, doğu,

5- Güneş, Ay, Yıldız, Ateş, Yıldırım,

6- Yaratılışın 6 günüdür...

17 Temmuz 2022 Pazar

Ünlü şairlerden sevgi sözleri


ÜNLÜ SAİRLERDEN SEVGİ SÖZLERİ:



 Bu kirlenmiş dünyayı yaşanılır kılan sözler:


"İncinsen de incitme"

diyen 

Mevlana'sı,


"Yaradılanı sev, yaradandan ötürü"

diyen 

Yunus'u,


"Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir"

diyen 

Hacı Bektaş Veli'si,


"Ne mutlu eğri zamanda doğru yerde durabilene"

diyen 

Pir Sultan Abdal'ı,


"Beni hor görme* *gardaşım, 

sen altınsın da

ben tunç muyum?"

 diyen 

Veysel'i,


"Kötü insanların türküleri yoktur"

diyen 

Neşet Ertaş'ı,


"Bütün aşklardan yücedir, insanın insanı sevmesi"

diyen 

Mahsuni'si,


"Sana düşman

bana düşman,

düşünen insana düşman,

vatan ki bu insanların evidir, sevgilim

onlar vatana düşman"

diyen 

Nazım'ı,


"Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeleriniz bahar görmesin"   

diyen 

Ahmed Arif'i,


"Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir barıştır" 

diyen 

Yaşar Kemal'i var.


... Bu kadim topraklarda 

...

Her şeye karşın sevgi yeşerecektir... ❤

 Alıntı

11 Temmuz 2022 Pazartesi

MERZİFON'UN Eşeği sözü

 MERZİFON'UN Eşeği neden meşhur?



Yıllardır "Merzifon Eşeği" sözü alay konusu olmuş, Merzifonlu hemşehrilerimizi "bilmeden" gücendirmişizdir. Ama işin aslı alay konusu değil,bir mizah kaynaklıdır.


Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte peş peşe gazete ve dergiler çıkmaya başlar.Bu günlerde sansür korkusu tüm aydınları sarmıştı.İşte bu dönemde Baha Teyfik (1881-1916) tarafından "eşek" isimli bir dergi çıkarır.(16.11.1910)


Gazetenin başındakiler,takma isimlerle yazı yazarlar.Buna göre:


İmtiyaz Sahibi:Merzifonî (Merzifonlu demektir)


Mesul Müdürü:Halil


Bu yıllarda Merzifon'un eşeği "Marsivan Eşeği" diye ünlüdür.Bunlar beyazdır.Bu cinsler aynı zamanda Kıbrıs'ta da bulunur.


Ancak,"Merzifon Eşeği" deyimi bu derginin ünlenmesiyle yaygınlaşır.Aynı günümüzün Gırgır,Fırt vb.mizah dergileri gibidir.Bu yıllarda Dede Korkut,Nasrettin Hoca,İncili Çavuş,Bekri Mustafa,Tuzsuz Deli Bekir gibi nice mizah kültüründen gelmemize rağmen,bu tür dergiler sansürün hışmına uğramış.


Derginin yazarları:Kıbrisî Don Kişot,Çimenderzade Faik,Topal Eşek,Tırnağı Karıncalı Eşek,Kaba Kulak gibi takma isimlerdi.


Derginin mizah konusu,elbette iktidarda olanları hicvetmekti.Onları eşek şeklinde çizerlerdi.


İşin özeti: 


Derginin imtiyaz sahibinin isminin "Merzifonî" oluşu ve mizah yüklü oluşu,"Merzifon'un eşeği" deyimini mizah konusu yapmaya yetmişti.Politikacılarla alay eden yazı ve resimler,günümüze kadar değişe değişe kültürümüze yerleşmiş.


Aziz Nesin hakkında bilinmeyenler

 AZİZ NESİN kimdir?





Aziz Nesin hakkında bilinmeyenler 

Aziz Nesin 11 yaşında hafızdı, kuran'ı ezbere biliyordu ve sağlam bir din eğitimi almıştı...


 1935'de kuleli askeri lisesini, 1937'de Ankara'da harp okulunu bitirip asteğmen oldu, üsteğmen rütbesindeyken "görev ve yetkisini kötüye kullandığı.."suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırıldı... Çünkü ordu malzemesini ihtiyacı olan bir köylüye vermişti. 


12 Ağustos 1947'de 10 ay ağır hapis ve 3 ay 10 gün de bursa'da "emniyet-i umumiye nezareti" altında bulundurulma cezasına çarptırıldı...


Çok aç kaldı, hatta Bursa'ya sürgüne gönderildiğinde geceleri çöp karıştırıp sebze meyve bulmaya çalıştığı zamanlar bile oldu, bir zaman geldi dünyanın en çok kazanan yazarları arasına girdi...Hiç çalmadı, hiç arabası olmadı...


 Şehirde bir minibüs ya da bir belediye otobüsünde görebilirdiniz onu...


Yaşadığı süre içerisinde yüzlerce çocuğa; yeme, içme, barınma, giyinme, okuma vs. tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde baktı...


Yazdığı kitaplar sayesinde, devletten hiç destek almadan bir vakıf kurdu ve o vakıf halen devam etmekte. oğlunun gemisi ya da yalısı yoktur...


Yetiştirdiği çocuklara hiç bir şekilde tacizde bulunmamıştır, mezarı vakfın bahçesindedir...Üstünde çocuklar oynasın diye yeri belli değildir...


Ahlaken bitmiş insanların bu anlatılanları anlama olasılığı da yoktur...


Alıntıdır ......

3 Temmuz 2022 Pazar

ŞAİR VE YAZARLARIN İLGİNÇ ANILARI VE BİLİNMEYENLERİ

 



NAZIM HİKMET RAN

Nazım Hikmet Bursa Cezaevi'ndeki günlerinde koğuş arkadaşlarını okumaya ve yazmaya yönlendiriyordu. Aynı zamanda da cezaevi yönetimine yardım ediyordu. Birgün cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş geldi. Uzun süren denetimlerden sonra müdüre, ''Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?'' dedi ve hemen Nazım'ı odaya getirdiler. Koltuğa iyice yayılan müfettiş yukarıdan bakarak Nazım'ı iyice süzdü, ''Demek Nazım sizsiniz'' dedi, fakat oturması için yer göstermedi. Kısa bir konuşmadan sonra ise gidebileceğini söyledi. Nazım tam kapıdan çıkarken durdu.


Nazım: Ömer Hayyam adını duydunuz mu?

Müfettiş: Kim duymaz Hayyam'ı?

Nazım: Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? diye sordu ve devam etti.


''Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak.''





SABAHATTİN ALİ


İlk baskısı 1978 yılında yapılan, Filiz Ali ve Atilla Özkırımlı tarafından hazırlanan Sabahattin Ali – Anılar, İncelemeler, Eleştiriler kitabının Anılar bölümünden alıntılar:

Süheyla Conkman ağabeyini şöyle anlatıyor: “Onu asık suratlı hiç görmemişimdir. Bazen de kendi kendine söylediği şarkılar vardır ki, hiç aklımdan çıkmaz, duydukça onu anımsarım: “Ata binesim geldi, hay dah dah, yare gidesim geldi.” Bir de ondan başka hiçbir yerde duymadığım bir şeyler mırıldanır, yengem de “Yeter Sabahattin, kes bu ne biçim şarkı” dedikçe şaka yollu tekrarlardı: Tabutumun altı çatlak, beni vuran benden alçak, sol böğrüme girdi pıçak, yar yar aman… Meğer kaderinin şarkısı imiş, bilemezdik.”

Birkaç aile birlikte Ankara’nın çevresinde kır gezmesine giderler. Yağmur yağar, ardından güneş açar. Tam tepelerinde bir gökkuşağı belirir. Mediha Esenel olanları şöyle anlatıyor: “Koşsam altından geçebilir miyim acaba? diye bir koşu tutturdu. Ben, “Ebemkuşağının altından geçen cinsiyet değiştirirmiş” dedim, hemen durdu. “Kadın olmak çok mu kötü?” diye sordum. “Kötü olduğundan değil, otuz yedi yaşıma geldim, kadın olsam bundan sonra beni kim alır?” diye şaka ile yanıtladı.”


Bir diksiyon yanlışı yakaladı mı düzeltmeden duramaz. “Bu yüzden Aliye Hanım bana fena içerliyor. Karı koca ağız tadıyla kavga edemiyoruz. Kavganın en can alacak yerinde tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum” diyerek arkadaşlarına yakınır.


“Mektubunu aldım. “Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!” diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma… Sonra ben sana deli gibi aşık olurum. Senin ne iyi kız olduğunu biliyorum. Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş seninle hayatımı birleştirmek oldu. Bundan sonra ne diye kederli ve üzüntülü şeyler yazalım.” Mektubundaki, “Beni istediğim kadar sevmezsen ölürüm!” cümlesini belki elli defa okudum. Ah Aliye, seni isteyebileceğinden çok seveceğim. Benim nasıl sevebileceğimi göreceksin.” (25 Mart 1935)





CEMAL SÜREYA


Cemal Süreya'nın Zuhal Tekkanat’tan olan oğlu Memo Emrah, babasını zorunda kalmadıkça dillendirmiyordu. Hatta etrafındakilere babasının yazmayı bıraktığını, bakkal dükkanı açacağını uyduruyordu. Memo’nun on yaşında başlayan birtakım sorunları vardı. Sünneti sırasında hormonal bozukluğu ortaya çıktı ve sağlık memuru, çocuğun doktora götürülmesi gerektiğini söylediğinde Cemal Süreya sinirlenerek, “Sen benim oğlum için nasıl böyle söylersin?” diyerek adamı evden kovdu. İlerleyen dönemlerde aşırı şişmanlayan Memo derslerinde de başarısız oldu. Sakalları çıkmadı ve kızlarla iletişim kuramadı.

Memo ilerleyen yaşlarda isyankar bir hale geldi. Babasının müzik setini, videosunu satıp silah aldı, sağcı örgütlerle ilişki kurdu ve polis tarafından aranmaya başladı. Kaçınılmaz olarak hapse girip çıktıktan sonra Birsen Hanım’la birlikte yaşayan babasının evini işgal etti. Babasını kimseyle görüştürmüyor, telefon kablosunu koparıyordu. Memo’nun bakkala gittiği bir gün Cemal Süreya Birsen Hanım’a ulaştı. “Gel al beni buradan. Kurtar beni.”  Bir yandan da Süreya’nın Memo’ya sevgisi hep aynı kaldı.


“Beni çok üzüyor. Ama gene de seviyorum. Ona bir şey olursa intihar ederim.”





AHMED ARİF

Bütün işlerini kendi kendine yapan bir insandı. Doğal olarak insanlarla ve özellikle esnafla hep iç içeydi, mahallenin Ahmet Abisi. Ölürsem cenazemi Hacı Bayram’dan kaldırın demişti. Orası daha garibanların gittiği bir yerdi. Maltepe ise şehirli insanların gittiği bir yer. Fakat öldüğünde Hacı Bayram’da restorasyon vardı. Dolayısıyla cenaze Maltepe’den kalktı.

Neredeyse hayatının sonuna kadar parasızlık çekti Ahmed Arif. Yoksul, çaresiz, aşık... Bu yüzden, yaklaşık 40’lı yaşların başında evlendi ve 45’inde baba oldu.

Ülkü Tamer, Ahmet Arif’le ilgili anısını anlatıyor:

“Ahmed Arif en sevdiğim şairlerden biri. İnsan olarak da inanılmaz derecede sıcak bir dosttu. Muzaffer Erdost’la bazı geceler 12’den sonra bir karpuz alıp onu gece sekreteri olarak çalıştığı gazetede ziyarete gider, saatlerce çene çalardık. Kahkahalar atarak sık sık anlattığı bir olayı hiç unutmadım.


Diyarbakır’dan Ankara’ya gitmiş. Annesi memlekette. Komşu kadınlar boyuna övünürmüş. Benim oğlum İstanbul’a gitti, memur oldu. Benim oğlum İzmir’e gitti, bankacı oldu. Ahmed Arif’in annesi durur mu, o da başlarmış övünmeye. Benim oğlum da Ankara’ya gitti, komünist oldu. “Ne bilsin anam!” derdi Ahmed Arif. “Komünistliği de mühendislik, doktorluk gibi meslek sanıyor.”





HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR


Hüseyin Rahmi Gürpınar, kadınlarla dolu çok kalabalık bir evde yetişmişti. Yemek yapmasını, dantel işlemesini, kadınlara dair her şeyi çocukluğunda öğrenmişti. Hatta romanlarında kadın karakterleri çok iyi aktarması da buna bağlanır.

''Hüseyin Rahmi’nin bir sürü eldiveni vardı. Sokağa, eldivensiz hiç çıkmazdı. Bunları, şık olmak düşüncesiyle değil, mikrop kapma korkusuyla giyerdi. Kapı kollarına mendilsiz dokunmazdı. Hiç kimseyle tokalaşmaz. Peçetesiz, kolonyasız evden çıkmazdı. Jestler yaparak konuşan, kibar bir İstanbul hanımefendisi gibi ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturarak oturan ya da kısa kahkahalarla gülerek bitiştirdiği parmaklarıyla dudaklarını kapatan, kravat, papyon gibi aksesuarlara düşkün, kırmızı renge tutkun Hüseyin Rahmi zaman zaman da kendinden beklenmeyecek kadar sert üslupla yazılmış makaleleriyle kendisini şakacı, nazik biri olarak hatırlayanları şaşırtmıştır.''

Şimdi müze olan Heybeliada’daki evinde yatak odasındaki yatağın üzerindeki işlemeli pembe örtü, işlemeler de, mutfaktaki masanın örtüsündeki tığ işi motifler de bizzat yazarın kendisine ait. Duvarlarda asılı peyzajlar da Hüseyin Rahmi’nin yapıtları. Yemek yapmayı çok severdi, özellikle reçel ve dondurma konusunda adeta uzmanlaşmıştı.

Refik Ahmet Sevengil, Gürpınar’ı anlattığı bir yazısında şöyle diyor: “Şimdiye kadar hiç evlenmemiştir. Bir gün sebebini sorduğum zaman önce sıkıldı. Çocukluğunda aralarında büyüdüğü eski İstanbul hanımlarından öğrenilmiş bir mahcubiyet edası ile kızardı, sonra galiba suali cevapsız bırakmış olmamak için gülümsedi: Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim; bunun içindir ki misafirlikte de kalamam…”




                              ŞAİR VE YAZARLARIN İLGİNÇ ANILARI VE BİLİNMEYENLERİ




ORHAN VELİ KANIK


Sait Faik şöyle betimlemiştir Orhan Veli’yi: “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt, denebilirse ergenlik bozuğu bir yüz. İşte görünüşte Orhan Veli.”

Orhan Veli ise askerlik yaptığı yıllarda naif bir anlatımla hayatını şöyle dile getirmiştir: “1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim.”

Orhan Veli, sonuncu aşkı Nahit Hanım’la bir sonbahar sabahında, Boğaziçi Vapuru’nda tanışır. Nahit Hanım’ın Zeynep Oral ile yaptığı röportajda Orhan Veli hakkında anlattıkları:

“O’nu tek kelimeyle anlatmaya çalışsam, hüzünlüydü derim. Hüzünlüydü… Mahzundu… Neden? Bence… Tabii başkasına, başkalarına göre başka türlü olabilir. Ama bana soruyorsunuz. Onun için bana göre, benim düşündüğümü söylemek zorundayım. Yapısından geliyordu bu hüzün… Her şeyi ama, her şeyi içine atmasından… Fiziğinden… Öfkesini bile içine atardı. Sıkıntılarını da… Hüzünlüydü. Ve sessizliğe gömülürdü. Konuşmazdı. Sıkıldığında, üzüldüğünde konuşmazdı. Şimdi gelirim, der; kalkar gider, ya yarım saat sonra, ya üç gün sonra gelirdi. Örneğin, Mahzun Durmak şiiri, O’nun tavrına çok uygun bir şiirdir.”


“Sevdiğim insanlara

Kızabilirdim,

Eğer sevmek bana

Mahzun durmayı

Öğretmeseydi.”


“Neşesini hiç kaybetmez, çocuksu bir yanı vardı. Birgün bana bir avuç bilye hediye etmişti. Ne severdi yürüyüşe çıkmayı. Ne çok yürürdük birlikte. Ama Melih Cevdet’le Çubuk Barajı’nda geçirdiği trafik kazasından sonra daha az sever oldu yürümeyi. “Vazgeç Nahit Hanım, yürümeyelim, gel şu salaş kahvede oturalım” derdi. Bedensel bir yorgunluk duyuyordu hep… At yarışlarına da gitmek büyük eğlenceydi bizim için. Ve hep kaybederdik.”



CAN YÜCEL

İki liseli arkadaş, liseyi bitirdiklerinde yurt dışında eğitimlerine devam etmek üzere yıllardır harçlıklarını biriktirmişler. Bu birikimlerini yıllarca her şeyden mahrum kalarak, fedakârlıklar göstererek yapmışlar. Liseyi beraber bitirdiklerinde Milli Eğitim Bakanı'nı ziyarete gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini talep etmişler. Ancak, bakan gençlerden birini dışarı çıkartmış ve içerdekine, ''Seni gönderebilirim, ama arkadaşını gönderirsem dedikodu olur "oğlunu gönderdi derler" onun için onu gönderemem'' der. Bu durum dışarıdaki öğrenciye de söylendiğinde, durumu algılamasının ardından arkadaşına, ''Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al, hiç olmazsa biriktirme amacımı kısmen gerçekleştireyim'' der ve yıllardır fedakârlıklarla biriktirdiği tüm parayı arkadaşına verir. Evet, bu Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'dir. Dedikodu olmasın diye göndermediği oğlu ise, bugünün ünlü şairi Can Yücel.





FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

Ayhan Bozkurt Fazıl Hüsnü Dağlarca ile olan anısını anlatıyor:


''Kadıköy’deyim. Kendi yazdığım bazı dizeleri okuyorum. Karşımda bir başka şair arkadaşım aynı zamanda yayıncım oturuyor. İlk kitabım çıkacak ödül almışım. “Artık şairliğim tescilli olacak.”

Bu sırada oturduğumuz yerin hemen önünden “biri” geçiyordu. Biri diyorum çünkü o geçen adamın Fazıl Hüsnü Dağlarca olduğunu o ana kadar bilmiyordum. arkadaşım, “Bak” dedi “Şansa bak, Dağlarca geçiyor.”

İlk defa görüyordum, hem de bu kadar yakından. Hemen masadan kalkıp yanına koştum. Koluna girip, “Hocam merhabalar, nasılsınız?” diye sordum.

Kalın gözlük camının arasından bana sertçe baktı. Elindeki bastonun yardımıyla beni biraz itti.

“Kimsin sen?” diye sordu sert bir ifadeyle.

“Şairim.” dedim.

Olanlar oldu…

Bastonunu kaldırdığı gibi kafama geçirdi. Neye uğradığımı şaşırdım. Ardından bastonla rastgele vurmaya başladı. “Hocam, özür dilerim, ben…” diyecek oldum. O durmadan vuruyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

“Ben 100 yaşına gelsem şairim demem kendime, s.ktir git. “

Demez olsaydım… Pişmandım, farkına varmıştım ama iş işten geçmişti.

Dağlarca vurmaya devam ediyordu hem de nereme denk gelirse; “Şair olmak kolay değildir. İyi şiir yazmakla şair olunmaz… s.ktir git!”

Çevreden insanlar girdi araya, kurtardılar beni bastonun darbelerinden. Sonra o bağıra çağıra yoluna devam etti.

Arkasından öylece bakakaldım.''





YAHYA KEMAL

Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Celile Hanım üçgenini bilmeyen yoktur. Nazım’ın şiir yeteneğini farkeden annesi okuldaki hocası Yahya Kemal’den özel ders vermesini ister. Ders için gelen Yahya Kemal ile Celile Hanım kısa süre sonra yakınlaşmaya başlarlar.

Yahya Kemal kıskanç kişiliğinden ötürü bir türlü ilişkiyi ilerletemez. Yakup Kadri’ye “Bu kadar dile gelmiş kadınla nasıl evlenirim” der. Evlilik hazırlıklarına başlarken bir mektupla, evlenemem diyerek aşklarını bitirir. Yıllar sonra Celile Hanım oğlu Nazım hapiste iken onun özgürlüğü için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlar. Yahya Kemal gözleri görmeyen eski sevgilisini görmezden gelerek yanından geçer. Sessiz Gemi şiirini de Celile Hanım’a yazdığı söylenir.


YAZAR VE ŞAİRLERİN LAKAPLARI

 AKİ: Sultanü’ş-şuara(şairler sultanı)

FUZULİ: Izdırap şairi

NEDİM: Zevk, eğlence şairi

NEDİM: Lale devri şairi

NEFİ: Hiciv üstadı

KATİP ÇELEBİ: Hacı kalfa

NAMIK KEMAL: Vatan şairi

NAMIK KEMAL: Hürriyet şairi

ABDÜLHAK HAMİT TARHAN: Şair-i azam

ABDÜLHAK HAMİT TARHAN: Tezatlar şairi

NECİP FAZIL KISAKÜREK: Mistik şair

MEHMET EMİN YURDAKUL: Milli şair/Türk şairi

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR: Sokağı edebiyata getiren romancı

PEYAMİ SAFA: Server bedii

RECAİZADE MAHMUT EKREM: Ağıtlar şairi

ARİF NİHAT ASYA: Bayrak şairi

BEHÇET NECATİGİL: Evler şairi

                                          YAZAR VE ŞAİRLERİN LAKAPLARI




YUSUF ZİYA ORTAÇ: Çimdik

REFİK HALİT KARAY: Kirpi

AHMET MİTHAT EFENDİ: Hace-i evvel

AHMET MİTHAT EFENDİ: Yazı makinesi

CAHİT SITKI TARANCI: Ölüm şairi

SAİT FAİK ABASIYANIK: İstanbul öykücüsü

CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI: Halikarnas balıkçısı

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL: Deli ozan, Çamdeviren

YAHYA KEMAL BEYATLI: İstanbul şairi

MEHMET AKİF ERSOY: Ümmetçi şair

ORHAN VELİ KANIK: Sokağı şiire getiren şair

ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI: Anadolu şairi

AHMET HAŞİM: Akşam şairi

PERFORMANS ÖDEVİ-ŞİİR İNCELEMESİ ÖRNEĞİ

                                Edebiyat Performans Ödevi 

                             Şiir İnceleme ÖRNEĞİ






BİLEMEDİNİZ


Buralardan baktığımda ne güzel yaşamak

Yamaçlardaki uçsuz bucaksız yeşillik

Tepelerinden görünen karlı dağlar

Rüzgarına kapılmış denizin görüntüsü


Böyle bir sevinç var yüreklerde buradan

Soluduğum havanın heyecanı sarıyor

Hep doğmadan güneş güne uyanıyor

Buralardan sevinç yayılıyor dünyaya


İki tarafı ağaçlıklı yoldan yürüyorum

Karşılaştığım herkese merhaba merhaba

Geçtiğim yollarda şırıl şırıl sular akıyor

Soluklanmadan varıyorum bir solukta


Buralardan baktığımda ne güzel yaşamak

Yüreklerdeki sevinçlerde hep aşk var

Gün doğduğunda soluduğum havada

Buralardan sevinç yayılıyor dünyaya



                                               Namık Kemal


A) Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi

    1) Nazım Birimi: Dörtlük

    2) Dörtlük Sayısı: 4

       Beyit Sayısı: 16

    3) Şiirin ölçüsü ve duraklarının belirtilmesi:

         Ölçüsü:12, 13 ve 14 arasında değişmektedir.

    4) Kafiye çeşitleri ve rediflerin gösterilmesi:

          sarıyor                   .....-ıyor = redif

          uyanıyor                .....-ar,an (aynı görevde oldukları için) : tam kafiye

    5) Kafiye şemasının gösterimi

        1. dörtlük: a, a, b, c

        2. dörtlük: d, b, b, e

        3. dörtlük: f, e, b, e

        4. dörtlük: a, b, e, e

B) Şiirin İçerik Yönünden İncelenmesi

    1) Anlamı bilinmeyen kelimeler ve deyimleri:

         bucak:1. (isim) Kenar, köşe, dip

                    2. İlçelerin, bir müdürle yönetilen her biri, nahiye

    2)Şiirin bölümler halinde açıklanması:

          1. dörtlük: Şair, baktığında yaşamanın güzelliğinin yamaçlarında yeşillik olduğunu tepelerden görünen karlı dağlar ve rüzgarın gürültüsüne kapılmış denizlerden bahseder.

          2. dörtlük: Şair, yüreğinde olan sevincin soluduğu havanın heyecanını sardığını, günlerin günlere doğup dünyaya sevincin yayıldığından bahseder.

          3. dörtlük: Şair,  iki tarafı ağaçlarla çevrili bir yolda yürüdüğü ve karşına çıkan herkese merhaba dediğini, geçtiği yollarda berrak suların aktığı soluklanmadan bir solukta vardığından bahseder.

         4. dörtlük: Şair, yine yaşamanın güzelliğini ve yüreklerde dolu aşkların olduğunu gün doğumunda ki soluduğu havanın dünyaya sevinç yaydığını bahseder.

    3)Şiirin ana duygusunun belirtilmesi:

       Şiirde tema olarak çoğunlukla doğanın güzelliği, dünyaya doğanın güzelliğinden sevinç yayıldığını kapsar.

    4) Şiirin türü hakkında bilgi:

        Lirik şiirdir, dörtlüklerden oluşur, hece ölçüsü vardır, tam belirli bir kafiye şeması  yoktur.

    5) Şiirin genel olarak yorumlanması:

          Şiirde genel olarak doğaya  duyulan  sevgidir. Şair, doğanın güzelliğini dörtlüklerde bir çok kez vurgulamıştır.

   C) Şairin Hayatı Ve Eserleri

       Şairin Hayatı :  "Vatan ve Hürriyet Şairi" olarak bilinen Namık Kemal, 1840 yılında Tekirdağ'da doğdu. Babası Mustafa Asım Bey, annesi ise Fatma Zehra Hanım'dır. Dedesi Abdüllatif Paşa, eğitimiyle yakından ilgilendi. Çok küçük yaşlarda Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi.


Namık Kemal

       1857'de Babıali Tercüme Odası'na girdi. Bu arada edebiyat çevrelerinde ismi duyulmaya başladı. Henüz 21 yaşında Encümen-i Şuara, yani Şairler Akademisi üyesi oldu.

 

Onun hayatındaki en önemli değişim, Şinasi ile tanışmasıydı. Şinasi'nin vasıtasıyla Tasvir-i Efkar'da yazılar yazdı. Bu sırada Batı edebiyatını daha yakından tanımaya başladı. Şinasi'nin 1865 yılında Fransa'ya gitmesi üzerine Tasvir-i Efkar'ı tek başına çıkarmaya başladı. 

            Kaleme aldığı bir yazı yüzünden gazete kapandı ve kendisi de Erzurum Valiliği'ne atandı. Fakat Namık Kemal, Erzurum'a gitmeyerek Ziya Paşa ile birlikte Paris'e kaçtı.


Yaklaşık üç yıl Avrupa'da kaldıktan sonra tekrar İstanbul'a döndü. Bu üç yıl içerisinde Batı edebiyatını daha yakından gözlemleme fırsatını buldu. İstanbul'a dönünce "İbret" adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Yazdığı "Vatan Yahut Silistre" oyunundan dolayı Kıbrıs'taki Magosa'ya sürüldü. Birçok eserini, 38 ay süren bu sürgün yıllarında kaleme aldı.

1876'da af çıkınca İstanbul'a geldi. Yeni anayasa çalışmalarında "Şura-yı Devlet" üyesi oldu. 1879'da Midilli mutasarrıflığına tayin edildi.


Hayatının önemli bir bölümü sürgünlerle geçen Namık Kemal, 2 Aralık 1888 günü hayata gözlerini yumdu.

 

Eserleri:

Roman

İntiba

Cezmi

 

Oyun

Celaleddin Harzemşah

Vatan Yahut Silistre

Akif Bey

Zavallı Çocuk

Kara Bela

 

Eleştiri

Tahrib-i Harabat

Takip

Renan Müdafaanamesi


Tarihi Kitaplar

Devr-i İstila

Kanije

Silistre Muhasarası

Evrak-ı Perişan

Barika-i Zafer

PERFORMANS -PROJE ÖDEVİ KİTAP TANITIMI



KİTAP TANITIMI NASIL YAPILIR?


 Kitap tanıtımı yapmak sadece sunulan kitabın içeriği değil aynı zamanda kitaba okuyucunun nasıl yaklaşacağıyla ilgili bir eleştiridir.Özetle kitap tanıtımı yapmayı iki başlık altında inceleyebilirz:


a)      İÇ YAPI:Kitap tanıtımı yaparken dikkat edilmesi gereken husus,içten dışarıya doğru değerlendirmektir.Yani ilkokulda görmüş olduğumuz ve hepimizin bilmesi gereken 5N1K(ne,neden,nereye,ne zaman,nasıl ve kim) tekniğiyle içeriği analiz ederek kitap hakkında muhtemel soruları okuyucuya cevaplamaktır.Bu şekilde tanıtımı püf noktalarıyla ele alır ve kitap hakkında bir ön bilgi verebilirsiniz.

5N1K

-Ne:olayın yada durumun ne olduğu

-neden:olayın hangi sebeple,neden olduğu

-nereye:olayla ilgili yer kavramı

-nasıl:olayların nasıl oluştuğu

-kim:olaylar kimler tarafından yapılır şeklinde…


b)      DIŞ YAPI:Bu başlıktaysa kitap sırasıyla;

-Kitap Adı

-Yazarın Adı

-Varsa Çevirenin veya Derleyenin Adı

-Kitap Türü

-Kitap basım yeri

-Yayınevi

-Basım Tarihi

-Baskı Sayısı

-Sayfa Sayısı şeklindedir.


Kitap tanıtımı yaparken bu hususlar dahilinde,tanıtımı yapan kişi,kendi düşüncelerini de ortaya koyarak özgün bir yazı ve içerikle okuyuca sunmalıdır.Kitap tanıtımı özetle bu şekilde yapılır.

PERFORMANS ÖDEVİ -Yazımı Sıklıkla Karıştırılan sözcüklerin Doğru Yazımları


              Yazımı Sıklıkla Karıştırılan Sözcüklerin Doğru Yazımları



YANLIŞ/DOĞRU 


ablem / amblem,


acaip / acayip,


acenta / acente,


acitasyon / ajitasyon (kışkırtma, duygu sömürüsü yapma),


adele / adale,


afaroz / aforoz (Hristiyanlıkta cemaatten kovma cezası, darılıp biriyle konuşmama, uzaklaştırma),


afilli/ afili (gösterişli, çalımlı),


ahçı/ aşçı,


ahpap/ ahbap,


akapunktur/ akupunktur (iğne batırılarak yapılan tedavi),


alarım/ alarm,


aliminyum – alimünyum/ alüminyum,


allerji / alerji,


alobora / alabora (geminin yan yatması),


amartisör/ amortisör,


anfi / amfi (basamaklı olarak yükselen büyük derslik),


anotomi / anatomi,


antiparantez / antrparantez,


antreman/ antrenman,


aparatif – aperatif / aperitif (ön içki),


aporlor – hoporlör – opörler / hoparlör,


aptes/ abdest,


arabeks / arabesk,


arefe / arife,


arozöz/ arazöz (yolları ve yol kenarlarındaki yeşillikleri sulamakta kullanılan araç),


artiz – artis / artist,




askari/ asgari (en az, en düşük),


assubay / astsubay,


asvalt / asfalt,


aşentiyon – aşantiyon / eşantiyon,


aşofman – eşortman- / eşofman,


ataç / ataş (tutturgaç),


atelye/ atölye,


ateşe / ataşe (elçilik uzmanı),


avut/ aut (dış),


Azerbeycan / Azerbaycan


barsak/ bağırsak,


bilader / birader,


bilimum / bilumum,


birfiil/ bilfiil,


birhaber / bihaber,


boğa yılanı / boa yılanı,


boy pos / boy bos,


boğça – poaça – poça / poğaça,


büsküüt- püsküüt – pisküüt – pisküvi – püsküvüt… / bisküvi


canbaz/ cambaz,


candarma- cenderme/ jandarma,


celatin / jelatin,


ceryan / cereyan,


ceton / jeton,


cimnastik / jimnastik,


ciyer / ciğer,


çekinser / çekimser,


çiflik / çiftlik,


çinakop / çinekop,


civa / cıva,


çukulata- çukolata / çikolata


dekarasyon / dekorasyon,


dekaratör / dekoratör,


dersane / dershane,


dinazor / dinozor,


direk / direkt,


döğmek / dövmek,




döküman / doküman (belge),


dökümanter / dokümanter (belgesel)


egzantrik-ekzantrik- egsantrik/ eksantrik (dış merkezli, ayrıksı),


egzos- egsoz- eksoz-egzost- eksozt / egzoz,


ensitü / enstitü,


entellektüel / entelektüel,


entrasan / enteresan,


erezyon / erozyon (aşınma),


eskirim / eskrim,


espiri / espri,


eşgal-eşkal / eşkâl (dıştan görünüş, biçim),


evsane / efsane,


ezzane / eczane


faliyet /faaliyet,


fantazi / fantezi (değişik heves, değişik beğeni),


fasülye/ fasulye,


fermar/ fermuar,


fesetmek/ feshetmek (bozmak, dağıtmak),


fiat/ fiyat,


filim/ film,


fites/ vites,


florasan/ floresan


gangaster/ gangster,


gangren/ kangren,


gardolap/ gardırop,


gaste- gazte/ gazete,


gravat/ kravat


halel (bozma, bozukluk) ⇒ helâl (dinin kurallarına aykırı olmayan, dinî bakımdan yasaklanmamış olan, haram karşıtı)


hakkaten/ hakikaten,


halisinasyon- halisünasyon / halüsinasyon (sanrı),


haremlik selamlık/ harem selamlık,


harfiyat/ hafriyat (kazı),


herkez- herkeş/ herkes,


heycan/ heyecan,


Hıristiyan / Hristiyan…


ıskonto/ iskonto,


Istanbul- İstambul / İstanbul,


ıstırap/ ızdırap,



istakoz / ıstakoz,


ilizyon- ilüzyon/ illüzyon (yanılsama),


inkilap / inkılap,


insiyatif / inisiyatif (öncelik, üstünlük),


istepne / stepne (yedek lastik),


istihap hatti / istiap haddi (içine alma sınırı, sığdırma sınırı)


izalasyon / izolasyon


karsör- karisör/ karoser,


kakafoni/ kakofoni (ses uyumsuzluğu),


kalemşör / kalemşor (kalem savaşçısı),


kanpanya / kampanya,


kaporo / kaparo,


karegrafi- kareografi/ koreografi (figür ve anlatımların bütünü),


karekter/ karakter,


karnıbahar / karnabahar,


kavonoz / kavanoz,


katalok / katalog,


kaysı / kayısı,


kırahatane / kıraathane,


kilot/ külot,


kipri / kirpi,


kiprik/ kirpik,


kitlemek / kilitlemek,


klavuz/ kılavuz,


klüp / kulüp,


kokreç- kokareç / kokoreç,


kolanya / kolonya,


kollej / kolej,


kolleksiyon / koleksiyon,


kollektif / kolektif,


komidin / komodin (küçük dolap),


kominist/ komünist,


komünükasyon / komünikasyon (iletişim),


konsansüs / konsensüs (uzlaşma),


kontür- kontur / kontör,


kopye / kopya,




kurdela- kordale- kurdale / kurdele,


küpür / kupür (giyside kesim),


küvöz / kuvöz (yaşanak)


layik / laik,


labaratuar- labaratuvar- laboratuar / laboratuvar,


lağbo- lavobo / lavabo,


laylon/ naylon


mahçup / mahcup,


mahfolmak / mahvolmak,


mahsuz- masus / mahsus,


makina / makine,


maktül / maktul (öldürülmüş),


manüpülasyon / manipülasyon (yönlendirme, seçme),


matamatik / matematik,


mataryal / materyal,


maydonoz / maydanoz,


mefta / mevta (ölü, ölmüş kimse),


megoloman- megolaman/ megaloman (kendini çok büyük gören kimse),


melemen/ menemen,


melhem / merhem,


menapoz/ menopoz,


menejer- menecer / menajer,


mentalite / mantalite (anlayış),


menüsküs / menisküs,


meyva / meyve,


miğde / mide,


mokasen / makosen (kısa ökçeli, bağsız ayakkabı),


motorsiklet/ motosiklet,


mozayik/ mozaik,


mönü/ menü (yemek listesi),


muacir / muhacir,


muaffak / muvaffak,


muhattap / muhatap,


mundar / murdar (kirli, pis),


mustarip / muzdarip,


muşanba / muşamba,



muzur / muzır (zararlı),


münübüs/ minibüs,


müracat / müracaat,


mürüvet- mürivet / mürüvvet (cömertlik, yiğitlik),


müsayit/ müsait,


müsbet/ müspet,


müsvette / müsvedde,


mütaakip / müteakip,


mütahit/ müteahhit


nalet / lanet,


naturel/ natürel (doğal),


nergiz / nergis,


nisbet/ nispet,


nötür/ nötr (etkisiz)…


oce/ oje,


okşizen / oksijen,


oparasyon / operasyon,


opsayd / ofsayt,


orjinal / orijinal,


şok olmak / şoke olmak,


öğe / öge,


ötenazi/ ötanazi (ölme hakkı)


palyanço- palyoça / palyaço,


panaroma/ panorama (genel görünüm),


pantalon/ pantolon,


parağraf/ paragraf,


pardesü / pardösü,


parelel / paralel,


parende / perende (havada dönerek atılan takla),


parlementer / parlamenter,


parlemento / parlamento,


payton / fayton,


penbe/ pembe,


peştemal / peştamal,


pisiklet / bisiklet,


proğram- prooram / program,


proleterya/ proletarya (emekçi sınıfı),


promasyon / promosyon (özendirme),


provakatör / provokatör (kışkırtmacı),


psikiyatrist/ psikiyatr…


radyosyon/ radyasyon,


rakkam / rakam,




raslantı / rastlantı,


rasgele / rastgele,


restoran/ restoran,


revanş/ rövanş,


rezarvasyon / rezervasyon,


riks/ risk.


Roma rakamları / Romen rakamları,


ropörtaj / röportaj


sada / seda: (ses),


safa / sefa (gönül rahatlığı),


sağnak/ sağanak,


sandoviç- sandöviç- sandüviç/ sandviç,


sarmısak / sarımsak,


satlık / satılık,


sellektör / selektör,


seramoni / seremoni (tören),


serbes/ serbest,


seyehat/ seyahat,


sezeryan/ sezaryen,


silahşör/ silahşor,


sohpet/ sohbet,


soy kırımı/ soykırım,


statyum / stadyum,


su basmanı / subasman (oturmalık),


subap- supab-sibop/ supap,


sueter / süveter,


südyen- sudyen / sütyen,


sükûtuhayal/ sukutuhayal (hayal kırıklığı),


süpriz- süprüz /sürpriz,


sütüdyo / stüdyo


şanzuman/ şanzıman,


şarter/ şalter,


şarz / şarj,


şayibe/ şaibe,


şemşiye/ şemsiye,


şevkat/ şefkat,


şifai/ şifahi,


şohben / şofben,


şöför / şoför


tabiyat/ tabiat,


tahüt/ taahhüt,


taamüden-tamüden/ taammüden (kasten, tasarlayarak),


tafsiye/ tavsiye,


tahtarevalli/ tahterevalli,


taktim / takdim,


taktir/ takdir




tastik / tasdik,


tanpon/ tampon,


tasfir/ tasvir,


tasviye/ tasfiye (arıtma),


taşaron/ taşeron (ikinci derecede müteahhit),


teferuat/ teferruat,


tekneloji / teknoloji,


tekrardan/ tekrar,


temize gitmek / temyize gitmek,


tenbel/ tembel,


tenbih/ tembih,


tenefüs/ teneffüs,


teravi- terevi/ teravih,


tesbih/ tespih,


tesbit / tespit,


teşfik/ teşvik,


tetanoz/ tetanos,


tiskinmek/ tiksinmek,


tiyo/ tüyo (gizli bilgi),


tolorans/ tolerans,


tos/ tost,


traş/ tıraş,


tribuşon- tirbüşon/ tirbuşon (burgu),


türübün / tribün


ukte / ukde (yükümlülük, sorumluluk),


ultrasyon/ ultrason (yansılanım),


ultümaton- ültimatom/ ültimatom (bir devletin başka bir devlete verdiği nota),


usûl / usul,


utopya / ütopya,


ünüforma / üniforma,


ünvan/ unvan,


üvertür/ uvertür (konser öncesi çalınan parça)


valeybol- veleybol/ voleybol,


vehamet/ vahamet (güçlük, tehlikeli durum),


vejeteryan/ vejetaryen (etyemez),


vürüs/ virüs (parazit)


yalnış/ yanlış


yayınlamak/ yayımlamak,


yımırta/ yumurta,


yövmiye / yevmiye,


zenaat/ zanaat,


zerafet / zarafet (zariflik),


zınba / zımba…

PERFORMANS ÖDEVİ-SOKAKTAKİ YAZIM YANLIŞLARI


SOKAKTA DİKKAT ÇEKEN YAZIM YANLIŞLARI

BU ÖDEVDE MEVCUT GÖRSELLERİN ÇIKTISI ALINARAK BİR KATALOG HAZIRLANIR VE SINIFTA DOĞRULARI BELİRTİLEREK SUNUM YAPILIR.

















 


PERFORMANS -PROJE ÖDEVİ TÜRKÇE TABU KARTLARI HAZIRLAMA

                                        TÜRKÇE TABU KARTLARI HAZIRLAMA 




 TÜRKÇE TABU KARTLARI HAZIRLAMA ÖDEVİ

Tabu, bir kelime oyunudur. Amaç kartların en üstünde yazan kelimeleri verilen sürede

anlatmaktır. Kelimelerin altında yazan kelimeler ‘’yasak kelimeler’’dir, oyun adını da bu

yasak kelimelerden almıştır.

Sürenin 2 dk. olması idealdir.

Eğlenceli ve eğitici olması dileğiyle…

ÖRNEK TABU KARTLARINI İNDİRMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYINIZ.

ÖRNEK TABU KARTLARI İNDİR

PERFORMANS ÖDEVİ-YAZAR VE ŞAİRLERİN DERGİ KAPAĞI RESİMLERİ

ŞAİR VE YAZARLARIN DERGİ KAPAĞINDA YAYINLANMIŞ RESİMLERİ VE BİRER ADET ŞİİRLERİNDEN OLUŞAN BİR KATALOG HAZIRLAMA ÖDEVİ       


ÖZDEMİR ASAF


ZÜLFÜ LİVANELİ


YAŞAR KEMAL


SAİT FAİK ABASIYANIK


ORHAN VELİ


NEŞET ERTAŞ


NAZIM HİKMET


OĞUZ ATAY


EDİP CANSEVER
AŞIK MAHZUNİ ŞERİF


ATTİLA İLHAN


AHMET HAMDİ TANPINAR
           

AHMET ARİF


SABAHATTİN ALİ




PERFORMAN-PROJE ÖDEVİ DERGİ İNCELEME ÖRNEĞİ

 

                                               DERGİ İNCELEME ÖRNEĞİ



KAFA DERGİSİ

Okuması keyifli, nostaljik bir sayı…

Evet nostaljik,  Kafa dergisinin sinema özel sayısı..

Kapağında Kill Bill filminin ana karakteri bize bakıyor , insanın gardını alası gelmiyor değil .

Bana kalırsa daha iyi bir filmin kapağı olabilirdi. Tabi burada iyi kavramı da göreceli..

Mesela bir Godfather filminin kapağı fena olmazdı veya bir Fight Club. Belki de renkli , dikkat çeken bir kapak olmasını istediler , Kill Bill’ de de yoğun bir sarı renk hakim , bağırıyor.  Belki de bu korona günlerinde fazla içimize kapandık, maddi ve manevi olarak üzerimizde kara bulutların dolaştığı bir dönem,  belki bu yüzden bir Godfather kapağı içimizi karartabilirdi.  Bu açıdan düşündüğümde Kill Bill’ in film kapağı, daha cıvıl cıvıl, enerji dolu ,ferah..

Belki de renkleriyle bize yaklaşan yaz mevsimini, karanlıktan aydınlığa çıkışı hatırlatıyor.

Tünelin sonundaki ışık..

Yaşamakta olduğumuz Covid sürecinde daha mantıklı bir konsept olamazdı.






OT DERGİSİ

Sinema konsepti…

Dergi bize bu sayısında evde kalın,  film izleyin , bir şeyler okuyun diyor. Bu dönemde yapılacak en iyi aktivite bu diyor .

Dergide çok güzel filmler var ,bir çoğu da sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış,  Oscar almış filmler.

The Godfather, Star Wars, Fight Club ,Rocky, Esaretin Bedeli , Yol, Selvi Boylum Al Yazmalım  .. liste böyle devam edip gidiyor.

Belki de hepsini izlediniz ama öyle güzel değinmişler ki , tekrar izleyesiniz geliyor,  film izleme isteği canlanıyor,  tam bir nostalji sayısı..

Benim içinde bir kazanım oldu. Film izlemeyi severim fakat düzenli bir izleyici değilim.  Film kültürümün yeterli olmadığının farkındayım.

(Bu özeleştiriyi her zaman yaparım )

Bu sayıda gördüğüm Esaretin Bedeli dikkatimi çekti. ( evet , doğru bu zamana kadar izlemedim.) Daha evvel pek çok kez duyduğum bu filme dergiyi bitirir bitirmez başladım.

Ve doğru.. keşke çok daha önce izleseymişim dedim. Suçsuz yere hapise giren bir bankacı, başlarda yaşadığı zorluklardan sonra hapishanenin kilit bir ismi olur. Gardiyanlarından müdürüne kadar herkes vergi işlerini ona sorar olur. Diğer taraftan hükümete defaatle yazdığı mektuplar netice verir ve hapishanede mükemmel bir kütüphane oluşturur. Bizim bankacı fazlasıyla göze girmiştir.


Tabi bu göze girme diğer taraftan onu görünmez kılar ve gerçekleştireceği müthiş kaçış planını oluşturur. Ayrıca hapishane müdürünün de sonu yaklaşmaktadır . En üzücü tarafı ise senelerce mahkum olan insanların zamanla dışarıdaki hayattan korkar olması, serbest kaldıklarında hayata adapte olamayıp kimisinin intihara sürüklenmesi. Esaretin bedeli olduğu gibi belki de özgürlüğünde bir bedeli bir sorumluluğu olabilir.

Tek kelimeyle mükemmel bir film..

Kafa dergisinin bu sayısıyla beraber kendime bir film listesi oluşturdum,  sanırım film alışkanlığı ediniyorum.  Güzel bir kazanım..



ALINTIDIR.








Abi Bana Bi Ot Ver!!

Kafka Okur’dan sonra şimdi de Ot dergisi…

Dergi okumaya hızlı bir şekilde başladım. Bu akşam itibariyle de Kafa dergisiyle devam edeceğim.

Ot dergisi de diğerleri gibi gözlerimize aşina…

Kitapçıların vitrinlerindeki amiral gemilerinden, mizahın, edebiyatın soluk aldığı, kalem oynattığı, gündeme dair zarif dokunuşların hissedildiği bir mecra…

Mayıs-Haziran sayısı da bu teşbihleri kanıtlar nitelikte..

Sayfayı çevirdiğimizde bizi Albert Camus karşılıyor.  Onun absürt diye tanımladığı hayatı, Korona günlerinde tekrar gündeme gelen Veba adlı eseri, Nobel edebiyat ödülünü alması, yine erken yaştaki kendisinin ifadesiyle absürt ölümü.

Albert Camus, hayatın anlamsızlığını vurgulamaktadır. Ölümün olduğu bu anlamsız hayatta bütün bu debelenmemizin sebebi nedir? diye sorarak bizleri düşünceye sevk etmektedir.

Derginin devamında Ahmet Hamdi Tanpınar ile Orhan Veli Kanık’ı bir kayıkta görüyoruz. Dostluğun zarif bir hatıra fotoğrafı…

Ahmet Hamdi Hoca, Orhan Veli onun öğrencisi ve zamanla dostluğa terfi eden güzel muhabbet.

Sonra aniden bir Ankara polisiyesinde buluyoruz kendimizi. Karşımızda tabi ki Behzat Ç.  Yine karanlık yerlerde, karanlık hayatların kavgalarında, absürtlüğünde ve sahnede bir kadın. Acaba aralarında neler oldu?

İşte bu şekilde heyecanla devam ediyor. Hepsini yazmak isterdim ama bu bir köşe yazısı değil. Belki bir gün onu da yazarım.

Devamında Arzum Onan ve Haluk Levent Ahbap platformu hakkında yapılan röportajlar…

Polisiyenin önemli isimlerinden Adger Allen Poe’nun zorlu hayatı ve ölümünden sonra kavuştuğu ün. Şarap tadımıyla ilgili renkli bir yazı ve yaşadığımız korona günlerinde evde yapılabilecek 50 öneri yer alıyor.


 

ALINTIDIR.

Şiir - Görmek İster İnsan

 Görmek ister insan  Bir kavak gibi aşıp boyunu duvarların Yaprakları o ağacın  Değer birbirine bir rüzgar eliyle  Sonra duyulur o ilk yaz h...